Pus
Yazar: Ali ErcivanLafı çok uzatmak istemiyorum. Tayfun Pirselimoğlu'nun 3. yönetmenlik denemesi Pus'u, İstanbul Film Festivali'nde izledim. Ekibi temsilen, başroldeki Ruhi Sarı gelmişti salona. Gösterimden sonra soruları yanıtlayan Sarı, sanki bir marifetmişçesine, filmi 24 sayfalık bir senaryodan çektiklerini söyledi. 24 sayfadan 110 dakika çıkarılmış olması, zaten Pus'la ilgili bütün sorunları özetliyordu.
Bir varoş öyküsü anlatmayı hedefliyor Pus. Ama karakterleri gerçek varoş insanları gibi davranmıyor, öyle tepkiler vermiyor. Kendince bu hayatların kasvetli ritmini yakalamaya çalışıyor Tayfun Pirselimoğlu. Ama açıkçası, söz konusu hayatların ritmi de gerçekte bu değil. Zeki Demirkubuz tarzı bir öyküyü, Nuri Bilge Ceylan tarzı bir sinemayla anlatmaya çalışıyor yönetmen. Ama her iki ismin sinemasını da doğru çözümleyemediği anlaşılıyor. Ruhi Sarı'nın çıkıp dakikalarca balkonda sigara içip boş boş dışarıyı seyretmesi gibi planlar, bir anlam üretemiyor. Sadece seyircinin sabrını zorluyor.
Pus, artık bu ülkede yapılmadığını, seksenlerde kaldığını düşündüğüm türde köhne bir film. Tembel bir film. Boş bir film. Oyuncu veya yönetmeninin çıkıp filme yüklemeye çalıştığı içeriği aslında taşımıyor perdede izlediklerimiz. Bu tarz film çeken yönetmenler, filmlerini anlamak için seyircinin çaba göstermesi gerektiğini iddia ettikleri, kendi tembel sinemalarına böyle bir kaçış yarattıkları sürece de nerede hata yaptıklarını göremeyecekler. Pus, gerçek değil. Sahte. Sinema değil. Göz boyama. O da kimin gözünü boyayabilirse artık.
Tayfun Pirselimoğlu, Rıza filmiyle minimalist bir sinemayı doğru anlamış olabileceğini göstermişti. Belki de biz yanılmışız. O tesadüfi bir başarıymış. Bilemiyorum. Ama Pus'u ne kadar çabuk unutursak ve seyirciden saklarsak, Türk sineması adına o kadar hayırlı olur herhalde. Türk filmlerinin gişesi düşüyor ya, biraz da bunun gibi filmler yüzünden.