İlk bakışta, "Photoshop marifetiyle yapılmış havalı bir afişi olan uyduruk korku filmlerinden biri daha" dedim Vampir Cehennemi (Stake Land) için. Ucuz korku/gerilim filmlerinin geçit törenine dönüşen yaz vizyonunda karşıma çıkması da bu duyguyu pekiştirdi doğrusu. Ama büyük bir beklentisizlikle izlediğim filmin, The Road'dan bu yana gördüğüm en iyi post-apokaliptik olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilir ve daha yazının başında bu türün meraklılarına şiddetle tavsiye edebilirim.
28 Gün Sonra (28 Days Later...) ile inşa edilmiş olan "salgın sonrası dünya" da geçen Vampir Cehennemi, vampirlerin neredeyse tamamen ele geçirdiği ABD'de bir grup gezginin hayatta kalma ve Kanada'nın vampirden arınmış güvenli topraklarına ulaşma çabasına odaklanmış. Vampir mitine, kuzey ikliminde yaşayamayan soğukkanlı yaratıklar olmaları, bir sürüngen beynine sahip olmaları gibi ufak dokunuşlar yapan filmin asıl numarası ise vampirleri başımıza musallat edenin Hıristiyan köktendinciliği olduğunu iddia etmesi. Öyle ki, filmin bir sahnesinde "Kardeşlik" adı verilen bu tarikatın üyeleri, insanların yaşamak için kendilerini izole ettikleri kasabalardan birine helikopterle vampir atıyor! Ayrıca filmin ortalarında edilen "Başlarda içinde vampir olan uçakları şehirlere düşürdüler. Washington'u böyle kaybettik." Sözü Amerika'ya yönelik radikal İslam terörünün arkasında Amerikan köktendincileri olduğu iddiasının altını çiziyor. Loose Change gibi bağımsız belgesellerin temel aldığı da bu.
Vampir Cehennemi'ni başka pek çok filme benzetebiliriz. Mahvolmuş bir dünyada geçen bir yol serüveni olması sebebiyle The Road'a, vampirlere/mutantlara karşı verilen mücadele ile The Omega Man ya da Ben Efsaneyim (I Am Legend)'a, zoraki birliktelikten kurulan bir aileyi anlatmasıyla 28 Gün Sonra'ya; adam ve çırağının öyküsü yüzünden Tanrının Kitabi (The Book of Eli)'na, dindarlıktan deliliğe geçmiş sahte mesihleriyle Öldüren Sis (The Mist)'e, en çok da bu filmlerin hepsinden referanslarla dolu olan Zombieland'e...
Bu anlamda herhangi bir özgünlükten ya da keşiften bahsetmek mümkün değil ama yönetmen Jim Mickle, filmin başrol oyuncusu Nick Damici (Mr.) ile yazdığı senaryoyu peliküle aktarırken olağanüstü bir sinema dili kullanmış. Ticari bir sinema örneğinden çok yetenekli bir kısa filmcinin işi gibi duran Vampir Cehennemi'nde sadece insanlar ve vampirler arasındaki mücadele kaynaklı aksiyona odaklanmak yerine daha içsel, duygusal anlar yaratmayı denemiş ve başarmış... Sıkı bir tema müziğinin desteklediği ve bir dış ses ile betimlenen bu anları izlerken Terminatör 2 (Terminator 2 : Judgement Day)'nin John Connor'ı geldi aklıma.
Tanınmamış ama yetenekli oyunculardan kurulu kadroda Top Gun ve dolayısıyla 80'ler yıldızı Kelly McGillis'i görmek büyük bir sürpriz oldu. Tecavüzden kurtarılan ve ekibe dahil olan Protestan bir rahibeyi canlandıran sanatçıyı yıllar yormuş olsa da, o gene rolünün hakkını vererek oynamış. Ayrıca hayallerde her dem taze hatırlanan bu kadın oyuncuyu yaşlanmış ve yıpranmış haliyle görmek, post apokaliptik "tükenmişlik" duygusunu güçlendiriyor.
Vampir Cehennemi benim için bu yılın en büyük sürprizlerinden biri oldu. B sinemasının asıl potansiyelini gösteren, politik olmaktan çekinmeyen (böyle filmleri B-olitik olarak sınıflandırabiliriz aslında), ucuz bütçeli bir film için hiç fena olmayan anlarla dolu, ilginç şeyler söyleyen stilize bir seyirlik. Ayrıca Jim Mickle gibi çok kişisel ve başarılı filmlere imza atabilecek bir yönetmeni işaret ediyor. Kesinlikle bir korku filminden çok daha fazlası... Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
Twitter: Murattolga / murattolga@gmail.com