Çoğunluk
Yazar: Melis ZararsızYönetmenliğini Seren Yüce'nin yaptığı, Venedik Film Festivali'nde Geleceğin Aslanı ödülünü alan Yeni Sinemacılar'ın yeni filmi Çoğunluk bu Cuma sinemaseverlerin karşısına çıktı. Vizyona girdiği günden bir gün önce ise Altın Portakal'da en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini topladı. Ben de festivale katıldığım birkaç gün içinde sadece bu filmi izleme fırsatı bulmuştum, daha sonra da film ekibinin filmle ilgili söyleşisine katılmış, festival boyunca da insanların filmle ilgili yorumlarına şahit olmuştum.
İstanbullu orta-üst sınıf bir ailenin oğlu Mertkan'ın hayatına odaklanan filmin başrollerini Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra ve Nihal Koldaş paylaşıyor. Filmin yapımcılığını ise Yeni Sinemacılar'dan Sevil Demirci, Önder Çakar ve Seren Yüce üstlenmiş.
Seren Yüce'nin ilk uzun metraj filmi olan Çoğunluk'ta başarılı oyunculuklar, sadelik ve gerçekçilik göze çarpıyor. Ülkemizde son zamanlarda varolan politik, sosyolojik ve hatta psikolojik durumlardan ötürü oluşan çarpık sınıfsızlık ve gene uzun süredir hepimizin ağzına sakız olan "ötekileştirme" meselesine değinen film, belki de ülkenin sn 30-40 yılına bir ayna tutmak için çok klasik bir ailenin içine kamerasını sokmuş ve işte biz böyle olduk demek istemiş. Filmin bir çözüm önerisi yok ama olmak zorunda mı tartışılır, sert ve acımasız gerçeği suratımıza aşketmek istemiş diye düşündüm film bittiğinde.
Altın Portakal'da en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Bartu Küçükçağlayan'ı daha önce bir tv dizisi olan Binbir Gece'de izlemiştik. Aslında tam olarak aynı olmasa da orada da benzer bir karakteri başarıyla canlandırmaktaydı Küçükçağlayan. Sorumsuz, karakteri oturmamış, kaypak ve ruhsuz bir karakterdi oradaki. Bu filmdeki karakterde tek fark Mertkan'ın sorumsuz ve ruhsuz olduğu kadar olan bitenin farkında olması ve vicdanının sızlaması. Buradaki başarı ise Küçükçağlayan'ın aslında hiçbir şekilde bunu cümlelerle ifade etmese de bize oyunculuğuyla yansıtabilmiş olması.
Film genel anlamda Türk-Kürt meselesinin toplum olarak bizi getirdiği nokta olarak konuşuluyor dilden dile, doğrudur da, filmde bir insanın Van'lı olması, o insanın bölücü, komunist, bizden olmayan biri olarak düşünülmesine yetiyor. Bu düşünceye sahip insanlar aramızda, içimizde, belki ailemizde ve belki de biziz. Suratımıza aşkedilen tokat meselesi de tam bu. Fakat bana kalırsa filmdeki tek konu bu değil. Filmde sosyolojik ve psikolojik açılardan orta-üst gelir bir Türk ailesinin erkek egemen yapısı, baba karakterinin anne ve çocuğa olan baskıcı tutumu, paranın güç olarak görülmesi ve sorunları çözmede tek silah olarak düşünülmesi, sohbet eksikliği gibi konulara da yalın ve net bir şekilde değinilmiş.
Filmi teknik açıdan pek başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Filmi pek akıcı kılmayan bir çekim şekli oluşmuş nedense. Işık kullanımı da daha iyi olabilirdi sanki. Bir ilk film olması sebebiyle bunlara odaklanmak yerine konuya odaklanmış olabilir yönetmenimiz. Filmin birdenbire afişte de görebileceğimiz karatahta üzerine tebeşirle yazılmış çoğunluk kelimesi ile bitmesi de kurgu açısından biraz yamanmış gibi durmuş. Fakat karatahta üzerinde bir ilköğretim sınıfında okuma yazma öğretilmek amacıyla yazılmış gibi duran "çoğunluk" kelimesi görseli aslında birçok şeyi ifade ediyor, ülkemizdeki azınlıklara bakış açımızın eğitimin ilk yıllarında başlıyor olması, bizden olmayanı ötekileştirme meselesinin hem okullarda hem ailelerde maalesef kökten başlıyor olmasını vurguluyor olması açısından afişteki fotoğrafa da başarılı diyebiliriz.
Bu bol ödüllü ilk filme bir şans vermenizde fayda var, eksik yanlarıyla, soru işaretleriyle de olsa iyi kötü konuşturacak, düşündürecek bir film.