Omar Sy performansı için izlenir...
Yazar: Ayşegül KesirliBu hafta gösterime giren Olivier Nakache ve Eric Toledano yönetmenliğindeki "Can Dostum (Intouchables)"u ana akım Fransız sinemasının en güncel örneklerinden biri olarak adlandırabiliriz. Bedensel engelli, zengin Philippe ile banliyö delikanlısı Driss'in sıradışı arkadaşlığını anlatan film, Fransa'da gişe rekorları kırmakla birlikte başrol oyuncusu Omar Sy'a En İyi Erkek Oyuncu dalında César Ödülü kazandırdı. Sy'ın César Ödülüne layık görülen ilk siyah oyuncu olarak tarihe geçmesine de katkıda bulunan "Can Dostum," hem ucundan değindiği sınıfsal meseleler hem de içine çekildiği siyasi ortam sayesinde çok konuşulan bir film olmaya devam edecek gibi görünüyor.
"Can Dostum"un ilk sahnesinde Philippe ve Driss, lüks bir otomobilin içinde, önlerine çıkan araçları bir bir geride bırakıp, hızla ilerlerken karşımıza çıkıyorlar. İkilinin yüzlerindeki ciddi ifade ve içlerinde bulundukları durumun belirsizliği izleyenlerin karakterlerin görünüş ve konumlarından beslenerek kendi yerleşik ön yargılarını konuşturmalarını sağlıyor. Bir süre sonra ikilinin peşlerine takılan polis arabasını atlatıp atlatamayacaklarına dair iddiaya tutuşmaları ise seyredenlerin sahneye bakışlarını alt üst ediyor ve Philippe ile Driss'in aslında sadece eğlence için yol alan iki dost oldukları ortaya çıkıyor.
Filmin başlangıcına damgasını vuran bu sınıfsal gerilim, hikayenin gidişatını belirleyen en önemli unsur belki de. Öykünün ilerleyen dakikalarında müzik zevki, sanat anlayışı, eğlence biçimi ve daha birçok açıdan birbirleriyle zıtlaştıklarını fark ettiğimiz Philippe ve Driss'in sosyal ve kültürel farklılıklarının "Can Dostum"un esprili anlatımını besleyen tüm malzemelerin kaynağı olduğunu da söyleyebiliriz. Diğer yandan, iki karakter arasında yaratılan bu kontrastın yer yer dozunun kaçtığını ve filmin Philippe ve Driss arasında yaratılan sınıfsal gerilimi çok boyutlu bir düzlemde incelemek yerine ikiliklere indirgediğini itiraf etmemizde de fayda var. Üzülerek belirtmek gerekiyor ki "Can Dostum" tartışma ortamı yarattığı sınıfsal meseleleri derinlemesine irdelemekte yetersiz ve yüzeysel kalan bir çalışma.
Öte yandan, filmin "Bayan Daisy'nin Şoförü (Driving Miss Daisy)" (1989) ve "Bernard ve Doris" (2006) gibi ana akım filmlerin izinden giden ve popüler kültüre mal olmayı hedefleyen bir çalışma olduğunu düşünürsek bu tür konuları tartışmak için yeterli zemine sahip olmamasını anlayabiliyor ve belirli cephelerde sığ kalmasını kendi açımızdan normalleştirebiliyoruz. "Can Dostum"un César Ödüllerinde sekiz dalda ödüle aday gösterilmesi ve Omar Sy'ın César Ödülüne layık görülen ilk siyah oyuncu olmasını da filmin değindiği sınıfsal farklılıkları ustalıkla tartışmasına değil ana akım Fransız Sineması'nın Oscar-vari bir hassasiyetle tatlı sularda politikleşmesine bağlayabiliyoruz.
Her şey bir yana, Driss rolündeki performansıyla Uluslararası Tokyo Film Festivali'nde de ödüle layık görülen Omar Sy, gerçekten de filmin yıldızı. Kendisini canlandırdığı karaktere bütünüyle kaptıran yetenekli oyuncu, filmin yer yer durağanlaşan ritmini bir anda hareketlendirmeyi başaran ve seyirci ile etkileşime girmekten çekinmeyen bir enerjiye sahip. Sy'ın performansı hem Driss'in kanlı canlı bir karaktere dönüşmesi hem de Driss ve Philippe arasındaki arkadaşlığın nasıl şekillendiğinin anlaşılması için vazgeçilmez bir unsur. Dolayısıyla Omar Sy, "Can Dostum"u esaslı bir film yapan en önemli bileşen belki de.
Sonuç olarak, "Can Dostum" sınıfsal farklılıkları irdeleyen politik yanı kuvvetli bir çalışma değil, popüler kültüre mal olmuş eğlenceli bir seyirlik olarak izlendiğinde seyredenleri hayal kırıklığına uğratmayacak bir film. Özellikle Omar Sy'ın filmin her sahnesini dolduran performansı sayesinde film son derece sürükleyici bir çalışma haline geliyor. İyi vakit geçirmek için ideal bir tercih olabilir.