Kaçınılmaz olarak eksik...
Yazar: Ali ErcivanBeat kuşağını anlatan Yolda (On the Road) adlı romanı Jack Kerouac, birbirine yapıştırdığı kağıtlardan oluşan bir ruloya sadece 3 hafta içerisinde, daktilosunda, bilinçakışı yöntemiyle yazmış. Kendisinden yola çıkan Sal Paradise adlı karakterin Amerika'yı tavafını, bu süreçte olgunlaşmasını ve romanını ortaya çıkarmasını, özellikle bir diğer beat yazarı Neal Cassady'den yola çıkan Dean Moriarty karakteri ile arkadaşlığı ekseninde anlatıyor bu kitap. Kendilerini uyuşturucu ve sekse veriyor, belki hayatlarını harcıyor, bencillikler ediyor, bu esnada büyüyor ya da büyüyemiyorlar... Sinemalaştırılması güç bir roman bu. Çok farklı sebeplerden... Yıllarca gündeminde olmasına rağmen, Francis Ford Coppola'ya nasip olmadı bu zor metni filmleştirmek. Coppola yapımcı koltuğunda kalırken, Motosiklet Günlüğü (The Motorcycle Diaries)i ve Merkez İstasyonu (Central do Brasil) filmleriyle tanıdığımız Brezilyalı sinemacı Walter Salles geçti projenin başına.
Genç Che Guevera'nın bir yol öyküsü üzerinden olgunlaşmasını anlatan Motosiklet Günlüğü, bu proje için yönetmen Salles ve senarist Jose Rivera'nın seçilmesinin en büyük sebebi belli ki... Ancak hem iki malzeme hem de perdeye aktarılış biçimleri arasındaki kaçınılmaz farklar, Yolda (On The Road)'yı daha zayıf bir film kılıyor. Her şeyden önce, romanın ruhunu yansıtarak senaryolaştırılması sadece güç değil, belki de imkansıza yakın bir kitap söz konusu burada. Rivera ve Salles (şahsi kanaatime göre) karakterlerin duygusal dönüşümlerini, perdede izlediğimiz çok küçük bazı rollerin bile duygularını samimi, sahici ve incelikli bir şekilde yansıtmak için türlü detayla ellerinden geleni yapmışlar. Ancak Yolda, belki bilinçakışı yoluyla yazıldığı, belki ancak edebiyatın okuyucusuna geçirebileceği bir duygusu olduğu, belki de sadece formatlar uyuşmadığı için, bilemiyorum, ideal bir film malzemesi sayılmaz. Özel bir romandan standart, benzerlerini çok izlediğimiz, belki bu yüzden tat vermeyen bir dostluk ve büyüme öyküsü çıkmış sadece. Beat kuşağının, Kerouac'ın ve Yolda romanının dönüp dolaşıp sıradanlıktan kurtulamayan bir sinema filmine vesile olması ironik.
Tabii bu durumun bir diğer müsebbibi, yönetmen Salles her ne kadar bunu kırmak için elinden gelen gayreti gösterse de filmin cilalı bir stüdyo yapımı duygusundan çıkamaması. Arkasında büyük Hollywood firmaları da olmadığı halde üstelik... Sadece yıldızlar geçidi niteliğindeki oyuncu kadrosunun zaman zaman insanı yabancılaştırması değil problem. Görüntü yönetmeni Eric Gautier de yine harikalar yaratmış, çıkardığı işi küçümsemem... Ancak aşırı stilize görselliğinden dönem filmi tavrına kadar, fazla cilalı bir yapım Yolda. Elbette bu öykünün 2. Dünya Savaşı sonrası ve McCarthy dönemi Amerika'sında geçiyor olması, karakterleri de anlamak adına çok önemli bir detay ama dönem filmi var, dönem filmi var... Burada anahtar kelime "cilalı"ydı sanırım.
Filmi doğru bir duyguya en çok yaklaştıran unsur müzikleri herhalde. Kitapta var olan caz dokusu, filmi de sarıyor. Yerel müziklerin kullanımı ve Gustavo Santaolalla'nın özgün bestelerinin bunları tamamlayış biçimi de son derece doğal ve etkili... Fakat edebiyatta karşılığı bir bakıma bilinçakışı olan o doğaçlama caz dokusu, belki romanın neden bir film olarak işlemediğinin de yanıtıdır diye düşünüyorum.
Yukarda yazdıklarımdan, oyuncuları küçümsediğim anlamı çıkmasın bu arada. Çoğu Hollywood'un genç kuşak ünlü isimlerinden oluşan kadro, yönetmen Walter Salles'ın ellerinde gerçekten başarılı. Başroldeki Sam Riley'yi Control filminden; Dean Moriarty rolündeki Garrett Hedlund'ı Tron Efsanesi (Tron Legacy)'den tanıyoruz. Hem uyumları hem de bireysel olarak performansları müthiş. İkisinin de önünde çok sağlam birer kariyer olduğunu görmek zor değil. Carlo Marx adındaki (aslında Allen Ginsberg olan) karakteri canlandıran Tom Sturridge de dikkat edilmesi gereken bir genç aktör, belli... Kitap gibi filmde de çoğu birer seks objesinden daha derinlikli ele alınmayan kadın karakterleriyse oyuncular mümkün olduğunca üç boyutlu hale getirmeye çalışıyor. Kirsten Dunst'ın ufak rolünde bunu en iyi başardığını, Kristen Stewart'ınsa hiç başaramadığını söylemek lazım sanırım. Filmin bütün olmaya en yaklaşan kadın karakteri, Sal'in annesi belki... Ama ona da yeterince vakit ayrılmıyor.
Nihayetinde, oyunculara tebrikler diyelim filmin kendisi ise biraz "ne umduk ne bulduk" vakası... Kötü değil, sadece kaçınılmaz olarak eksik...
Twitter: aliercivan
YouTube: Paralel Kurgu