Hollywood'da iyi-kötü markalaşmış birçok ismi önemli bir günün etrafında bir araya getirip, ortaya karışık bir film yapma hevesi son birkaç yıldır pek bir arttı. Sizi iki saatlik bir sinema eğlencesine dahil etmekten çok gözünü cüzdanınızdaki paraya diken bu zorlama filmlerin yakın dönem örneklerinden biri de geçtiğimiz sene izlediğimiz ve yine aynı yönetmen tarafından çekilen Sevgililer Günü (Valentine's Day) adlı yapımdı. Özel Bir Kadın (Pretty Woman) ve Kaçak Gelin (Runaway Bride) gibi popüler romantik komedilerden de tanıdığımız veteran romantik komedi yönetmeni Garry Marshall, tıpkı bir önceki filmi Sevgililer Günü'nde de olduğu gibi yedinci sanatın doğasını hiç ama hiç özümseyememiş bir filmle yılbaşımızı şenlendiriyor.
Filmin oyuncu seçiminde çok kolaycı ve pragmatist bir yöntem uygulanmış: "Eğer yeterince ünlüysen, yeterince popülersen gel.". Bu nedenle Robert De Niro,Hilary Swank, Halle Berry gibi kallavi oyunculardan tutun da Alyssa Milano, Zac Efron, Abigail Breslin, Jon Bon Jovi gibi isimlere kadar uzanan dev bir oyuncu kadrosu var filmde. Her biri ayrı bir hayran kitlesine sahip zat-ı muhteremler ile yola çıkan Garry Marshall özellikle filminin reklamı konusunda bir sıfır önde başlıyor zaten. Bir de filmin meselesi, tam da şu dönemde, yılbaşı olunca yeni yıl heyecanıyla dolup taşan milyonlarca sinemasever filme karşı heyecan duyuyor haliyle.
Yılbaşı gecesi ölüm döşeğindeki bir baba, asansörde mahsur kalan iki yabancı, Times meydanındaki eğlenceden sorumlu telaşlı bir kadın, kızının bu gece tek başına dışarıda olmasına engel olmaya çalışan bir anne ve bundan çok daha fazla küçük hikâye, bu neşeli gecede birbirine bağlanıyor "sözde". Fakat gelin görün ki müsamere tadında dramatize edilen bu öykülerin ışıltılı sayılabilecek hiçbir tarafları, Garry Marshall'ın ise yönetmenlik anlamında gerekli yerlere kamera yerleştirmek dışında hiçbir çabası yok. Kazın ayağı böyle olunca da film henüz ilk saniyelerinden itibaren kaçınılmaz bir biçimde, yılbaşı heyecanından nemalanan, samimiyetsiz ve sıkıcı bir para tuzağına dönüşüyor. Televizyon estetiğinin bile çok altında kalması ise cabası...
Katherine Fugate'nin muhtemelen birkaç saatte yazıp bitirdiği zekâdan yoksun senaryosu, zaten parıltısız rolleri içerisinde hapsolan ünlü oyunculara çok zor anlar yaşatıyor. Filmin neredeyse tüm diyalogları özensizler ve yaratıcı bir mizah duygusundan çok uzakta seyrediyorlar. Sözde sürükleyici bir tempo yakalamaya çalışan filmin iki saatlik süresi boyunca filmden sonra akılda kalacak tek bir olay bile gerçekleşmiyor. Garry Marshall'ın işin sinemasal yönünü pek de önemsemeden bir film çektiği ve bunu bilerek yaptığı aslında malum. Fakat bunu öyle samimiyetsiz bir şekilde yapıyor ki, filmi iyi niyetli olarak addetmek çok iyimser bir yaklaşım olacaktır.
Bir diğer mevzu ise filmin arasına alınan reklamlar. Neredeyse baştan sonra Times Meydanı'nda geçen, reklama tamamen engel olunamayacak bir film izlediğimizin farkındayız. Ancak bazı anlarda bu duygu seyirciye "filmin içindeki reklam" olarak değil de "reklamın içindeki film" olarak geçiyor. Bu nedenle zaman zaman karakterleri, konuyu ve gelişmeleri unutup filmin her köşesine yerleştirilmiş olan markalara dalabilirsiniz. İşin kötüsü, pek de bir şey kaybetmezsiniz.
Robert De Niro, Halle Berry ve Hilary Swank gibi Oscar'lı üç oyuncuyu böyle bir filmde aynı sahnede görmek ise oldukça ironik. Genelde ayrı kollardan akan ve yer yer birleşen hikâyeler ünlü oyuncuları bazı noktalarda bir araya getiriyorlar. Karton üzerine temellenen ve ufak bir esintiyle yıkılacak olan dramatik yapıyı bir kenara bırakıp, sığ ve almaktan çok sıkıldığımız birlik beraberlik mesajlarına yönelen filmi başladığınız hevesle bitirmek kesinlikle mümkün değil. "Kendini iyi hisset" filmi olarak ana bir başlıkta kategorize edilen bu tip filmlerin "kendini kötü hisset" filmine dönüşmesi, birçok kötü filmin yaptığından daha çok eziyet ediyor izleyenine.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Ünlü oyuncularla göz boyayan bu sinema hevesi katili film, senenin en kötü filmleri yarışına son anda yetişiyor ve hatrı sayılır bir mevkide konumlanıyor. Filmi izledikten sonra kafada oluşan tek düşünce ise oldukça tahmin edilebilir bir istek. Yılbaşı dileği olarak da kayda geçebilir: Umarız ki Garry Marshall bir "şükran günü" ya da "dört temmuz" filmi çekmeye kalkmaz.
Not: Filmin en ve tek güzel yönü kapanış jeneriğinde gösterilen kamera arkası görüntüleriydi. Muhtemelen filmden ve çekimlerinden çok sıkılan oyuncuların kendi aralarında birkaç dakika içerisinde filmden daha eğlenceli olabildiklerinin de açık bir kanıtıydı.
kaankarsan@gmail.com
twitter.com/kkarsan