Hesabım
    Gecenin Kanatları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Gecenin Kanatları

    Gecenin Kanatları

    Yazar: Murat Özer

    Mahsun Kırmızıgül'ün Türkiye'nin bütün meselelerine birer birer parmak basma eğiliminin yeni bir uzantısı gibi görünen "Gecenin Kanatları", ülkenin sol örgütlerinin 'çalışma biçimleri' üzerine 'fikir verme' işlevi üstlenirken, bir yandan da 'her şeyin üzerindeki aşk' kavramını öne çıkarmaya çalışıyor.

    "Gemide"yle müthiş bir giriş yapıp, ardından "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar"la ritmini bulan, sonrasında "Maruf"la zor bir işin altına giren, "Kurtlar Vadisi: Irak"la nerelere savrulduğunu anlayamadığımız, "Barda"yla yeniden silkinir gibi görünen Serdar Akar'ı yönetmen koltuğuna oturtan film, 'ısmarlama' bir işin bütün ipuçlarına sahip gibi. Akar, kişisel sinemasının insanın özüne saplanan özelliklerini alabildiğine törpülediği, buna karşılık son derece yüzeysel portreler çizdiği yapımda, belli açılardan 'çekici' olması beklenen bir hikâyeyi televizyon dizisi (ki çok daha iyi televizyon dizileri var) ayarında bir anlatımla resmediyor ve izleyeni kapıp götürecek herhangi bir sinemasal derinliğe meyletmiyor.

    Geçmişten gelen bir hesaplaşmanın (intikam duygusu) tetiklediği bir 'canlı bomba' eyleminin içine atıyor "Gecenin Kanatları" bizi. Gece adlı genç bir kadının, üyesi olduğu sol örgütün eyleminde başrol oynaması bir rastlantı değil belli ki. Ailesini katleden adamı yıllar sonra elimine etme fırsatı yakalayan genç kadın, eylem gününe kadar kalacağı 'güvenli ev'de rastladığı genç bir adam sayesinde aşkı keşfediyor ve idealleriyle aşkı arasında bocalamaya başlıyor. Aslında büyük bir bocalama da yaşamıyor, 'görev'ini yerine getirmeye öncelik tanıyor, ama dış etkenlerle 'ince bir çizgi'de yürümeye başlıyor, eylemi tehlikeye atıyor...

    Sol örgütlerin canlı bomba eylemi yapıp yapmadıkları üzerinden yürüyecek bir tartışmaya girmek yerine, "Gecenin Kanatları"nın anlatmaya çalıştığı şeyin 'ikna edici' olup olmadığıyla ilgilenmek gerek diye düşünüyoruz. Akar'ın son derece yüzeysel anlatımı, Mahsun Kırmızıgül ve Ahmet Küçükkayalı'nın hikâyeyi bir türlü derinleştiremeyen senaryosuyla birleşince 'başarısızlık' kaçınılmaz gibi görünüyor. İlk andan itibaren başlayan 'hamaset' de işin içine girince, 'büyük' laflar etmeye çalışırken 'bayat' cümleler sarf eden bir yapıya bürünüyor film. Hikâyenin aşka açılan penceresi de öylesine hızlı bir biçimde gelişiyor ki, neyin nasıl olduğunu anlayamadan aşkın iki kahramanını el ele kol kola görüyoruz. Onları bu noktaya taşıyan elemanların neler olabileceği hakkında hiçbir donanım sağlamıyor senaryo bize. Dolayısıyla da 'sıfır inandırıcılık'la yoluna devam etmeyi seçiyor yönetmen Serdar Akar ve neresinden tutulsa elimizde kalacak bir sonuca ulaşmayı da garantiye almış oluyor.

    Filmin sol düşünceyi nereye koyduğu konusunda da kafası karışık gibi. Son derece 'klişe' karakterler ve diyaloglarla bir 'saptama' yapmaya çalışan yapım, karakterlerin 'inanmışlık'ını da beylik cümlelerin ötesine taşımayı başaramıyor. Sosyalist düşüncenin kişiyi yücelten özelliklerinin altını çizmeyi bir an bile düşünmeyen, her bir karakteri sığ sularda gezdirmeye çalışan, sonuçta da onları birer 'karikatür' düzeyine çeken senaryo, 'ciddi' bir meseleyi 'komik' bir biçemle buluşturuyor. Bunun bilinçli bir tercih olarak ortaya konduğu filmlerden farklı olarak kendini ciddiye alıyor "Gecenin Kanatları". Belki de en büyük handikabı bu oluyor ve 'cılız' sinemasal hamleler eşliğinde oradan oraya sürükleniyor.

    Tüm bu anlatımsal dağınıklığın içinde oyunculardan söz etmek de anlamsızlaşıyor aslında. Beren Saat başta olmak üzere bütün oyuncuların hikâyeye inanmamış görüntüleri, ne onlara ne de filme bir katkı sağlıyor sonuç olarak. Hem sol örgütün eylem planına hem de de filmin aşka yaptığı vurguya bir an bile inanmıyorlar, tıpkı bizler gibi. Hâl böyle olunca, elde avuçta bir avuç 'barış güvercini' kalıyor, ki onlar da ölüme mahkûm bir yalnızlığın içine çekiliyorlar.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top