İnsan hayal gücünün üretimi mekanik tasarımları sinema perdesinde ya da televizyon ekranında görmek bana hep heyecan vermiştir. Çocukluğumuzun vazgeçilmezi, 5 Aslan robotttan mamül Voltron, müthiş savaşçı 'mecha'lara dönüşen uçakların cirit attığı Robotech ama en çokta, bilgisayarla yönlendirilerek ringde dövüştürülen minik mekanik kahramanları dert edinen ve bu yüzden de Çelik Yumruklar (Real Steel)'ı izlerken sürekli andığım harika anime Jumaru!
Şimdi, bunları özleyen benim gibi eskiler ve özel efektlerle bezenmiş duygusal hikayeleri seven yeniler için güzel bir fırsat var: Çelik Yumruklar... Çelik Yumruklar, ne yalan söyleyeyim, bu sonbaharın en heyecan verici "büyük bütçe" filmi... Hollywood'un anlatmayı çok sevdiği ve bu yüzden iyi becerdiği, eski usül bir azim ve kazanma öyküsünü, işin içine yakın geleceği ve tabi eli ağır ring robotlarını katarak yapıyor.
Aslına bakarsanız, sabit şablon, değişik makyaj içeren hikayelere genelde olumsuz tepki veririm. Eğer bir robot filmi izleyeceksem bunun gerçekten bir robot filmi olmasını isterim, kılık değiştirmiş bir Şampiyon (The Champ) ya da Rocky öyküsü değil... Fakat John Gatins ve Dan Gilroy'un yazdığı senaryo kendinden önce yazılmış, filme çekilmiş aynı türden hikayeleri yağmalarken, tür kırması filmlerin çoğunun beceremediği kadar iyi bir denge yakalamayı da başarmış.
Bu senaryo kısmını biraz daha açacak olursam, filmin fragmanlarını gördüğüm vakit, başrol oyuncusu Hugh Jackman'ın klasına ve Lost'un yıldızı Evangeline Lilly'nin güzelliğine güvenen, yalandan bir olay örgüsü takip ederek, CGI karakterlerin karmaşası ile kafamızı karışıtırıp, uyuşturacak ama sonrasına hiç bir şey bırakmayacak, basit bir seyirlik olduğunu düşünüyordum. O yüzden sıkı derlenmiş, katmanlı ve iyi dönüşler yapan hikayeyi sevdim. Zeus, Atom gibi CGI karakterlerin dahi kendilerine biçilenin dışına çıkıp, "oynadığı" bir filmle karşılaştım ve bu beni eğlence sinemasının geleceği açısından mutlu etti. Artık keçiboynuzu tadı vermiş ve sinopsisden çekilmiş gibi duranlar yerine, eğlendirme potansiyelini kaybetmeden, hikayeye de önem veren filmlerle umarım daha sık karşılaşırız.
Tabi bunu yaparken bir yandan da gerçekten "yeni" öyküler oluşturabilmek şart! İşin altındaki ticaret yapma hevesini sezmedim sanılmasın! Sylvester Stallone'nun Zirveye Çıkış (Over the top) filminin hikayesini olduğu gibi alıp üzerine biraz Karate Kid tedirginliği, biraz da Şampiyon duygusallığı katınca ne de güzel bilet satarız gibisinden bir niyet var Çelik Yumruklar'da. E, robotları ve pankreas dövüşünü de herkes sever zaten! Yine de bunu öyle bir yapıyor ki film, bir şekilde kendi orijinalliğini yakalıyor, taklit olduğunu düşünmeniz için sebep bırakmıyor. Ya da ben bu öyküleri çok sevdiğimden konduramıyorum.
Oyunculuklardan bahsedecek olursak, Hugh Jackman bildiğiniz gibi... Rolün gereği neyse o oluyor. Kaba, yakışıklı, karizmatik ve kaybeden... Filmi götüren o oluyor ama oğlu Max'i oynayan ve Şampiyon'un T.J'ini (Ricky Schroder) fena halde andıran Dakota Goyo da filme epey sempati kazandırıyor. Bu türden bir baba-oğul ilişkisini nerede görsem sonu acıklı bitecek diye endişe ederim ama...
Nihayetinde, Çelik Yumruklar bilet paranızın hakkını veren bir film... Aksiyon ya da dram meraklısı seyirciyi aynı anda tavlama kabiliyetine sahip, zanaatkar bir sinemacı takımının ustalıkla kotardığı keyifli bir aile filmi... Hani 80'lerde esas adam, kötü olanı dövünce ayağa kalkar alkışlardık ya, öyle naif bir coşku veriyor bünyeye! Yeni değil ama güzel şeyler söylüyor ve yapımcılarından biri olan Steven Spielberg'in gelecekle ve çocuk olmakla ilgili tüm hassasiyetlerine sahip (Max ve Atom arasındaki ilişkiye dikkat!). Çocuğunuzla birlikte gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. O robotların birbirini pataklamasını heyecanla seyrederken, siz de "yavrum!" deyip sarılacak kadar duygusallaşacaksınız çünkü.
Twitter: murattolga
murattolga@gmail.com