Hesabım
    Yeryüzündeki Son Aşk
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Yeryüzündeki Son Aşk
    Yazar: Banu Bozdemir

    Aşkın en güzel hali bir şeyler bitip tükenirken onu canlı ve yaşanır kılmaya çalışmakta galiba... Bazı filmlere içindeki tutku halinden (bazen o tutkuyu siz yaratırsınız) başınızın döneceğini bile bile gidersiniz. Filmi izleme biçiminizi bile etkiler bu. Sanki siz de acılı bir sevgilisinizdir artık, ya da tutkusunu her şeyin önüne geçirmeye çalışan bir aşık. Önce filmin Türkçe isminin iddiasına ikna oldum. Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense) müthiş bir şey olmalıydı. Aynı zamanda trajik, bencil ve zor!

    Bugüne kadar türlü çeşitli salgın filmleriyle karşılaştık. Çeşitli teorilerle ortaya atılan filmlerde insanlığın ve dünyanın gittikçe tükenen, zavallılaşan, zıvanadan çıkan ve en sonunda da derin bir sessizliğe bürünen hallerine tanık olduk. Salgın (The Crazies) dışarıdaki delilikten korunmaya ve sakin kalmaya çalışan bir çifti ve onların etrafındaki ‘normal' kalabilmiş küçük bir azınlığı anlatıyordu. Salgın hali hükümet ve gizli politikalarının sonucuydu. 28 Gün Sonra (28 Days Later...) ve 28 Hafta Sonra (28 Weeks Later) gibi başarılı denemelerin adını da anarak, her şeyden bir parça dozunu uygulayan bu duygusal filmin içine kendimi paramparça bir biçimde atmak istiyorum.

    Filmde bir salgın hali var elbette ve bu salgının insanların değişimini başlattığı gerçeği. Ama insanlar ne zombi oluyor ne de dönüşümsüz bir başkalaşım içine giriyorlar. Aslında gayet sakin yapısı var filmin. Salgın insanların neredeyse ağızlarından girip burunlarından çıkıyor. Önce kokularını alıyor. Kokusu olmayan bir şeyin anısı da olmaz diyor film. Çünkü mesela sütün kokusu size annenizi hatırlatır ama o koku gidince annenizi de hatırlamanız da zorlaşır... Ben filme biraz daha tav oluyorum bu söylemin ardından. Filmin aşkı arayan iki tipi var. Michael usta bir aşçı ve kadınlara bağlanma sorunu var. O günümüz ıssız adamlarından, anlamsız bir boşluğu var içinde. Soğuk ve umarsız Susan da aynı dertten muzdarip. Ama o Michael gibi adamlara kalbini kaptırdığı için hayata lanet okuyor. Filmin yitip giden duyguları, insanları sinsice saran salgını arasında Michael ve Susan karşılaşıyor. Bu hiç de abartılı ve şairane olmuyor açıkçası. Sıradan ve alelade...Bir sigara atımı! Aşk başlıyor, tam da insanlığın kaybettiği noktada!

    Koku ve tat iki temel duygu çıkıp gidiyor insanların hayatından. Zevkler tökezliyor, anlık krizler eşliğinde bir sonraki döneme atlıyor. Bir şeyler tükenirken, aynı zamanda bir şeyler yaşatmaya çalışmak büyük anlam kazanıyor. Filmde bizi zaten bu noktadan yakalamaya yeminli. Bizi birçok örneğini izlediğimiz tükeniş filmlerinin içine, maceralı bir kaçışa sokmuyor. İnsanlar yitirdikleri şeyleri sindire sindire yitiriyorlar ki, nelerin yitip gittiği kafalarına iyice çakılsın diye. Ben hikayenin zıtlığına odaklandım. Yitirmeye ve bulmaya... Çabalamaya... Galiba birçok kişi de filmin bu haline hayran kalacak. Bir aşk filmi diyemesek de içten içe romantizmiyle canınıza okuyacak filmlerden!

    Yönetmen David MacKenzie farklı ilişkiler anlatma üzerine denemeler yapan bir yönetmen. Son filmi Çapkın (Spread) görünüşte kof gibi dursa da kendi içinde farklı ve ufak çaplı bir manifestosu bile vardı. Yönetmenin farklı hallerden tutku yakalama hali neyse ki zorlama olmuyor Tutku Nehri (Young Adam)'deki dram ve hüzün hali seyirciye geçen bir yol izliyordu. Ewan McGregor o filmde de başroldeydi. Pek sevdiğim oyuncu, bu filmde de Eva Green ile birlikte bir girdabın ortasında yol almaya çalışan iki aşığı oynuyorlar. Aşk onlara yakışıyor, film canınızı yakmak istemese de siz canınızı yakmak için epey uğraşıyorsunuz. Yeryüzünün son aşkına sahip çıkmak için çabalıyorsunuz! Yoksa, 'Bir tek böyle ben mi hissettim?' diye de sorabilirsiniz kendinize. Bence izlenesi!

    banubozdemir@gmail.com

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top