Efsane ajanlar da düşer!
Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu2012 gişe hiti süper kahramanlarında gözle görülür bir "insanileşme" var. Mayıs ayında Yenilmezler'in de boyunu aşan kötücül güçler olabileceğini gördük, Temmuz'da Batman -sonradan toparlansa da -karizmayı önce birkaç tur Bane'e kaptırdı, geçtiğimiz hafta ilk fragmanı görücüye çıkan Iron Man 3'te Stark imparatorluğunun yerle bir olma sahnelerini izledik... 1962'den itibaren hayatımıza giren 007 Ajan James Bond da, serinin 24. filmi Skyfall ile gerçekten düşüyor. Anlaşılan o ki Hollywood, en sıkı maceradan "sıyrık almadan kurtulan kahraman" klişesini artık yemediğimizi idrak etti.
Bu sene 50. yaşına basan Bond efsanesi, sinema tarihinin en uzun soluklu serisinin olmasının yanı sıra, geride bıraktığımız 50 yıllık politik, bilimsel ve sosyo-ekonomik dönüşümlerin de iz düşümü adeta. Doktor No, Amerikan uzay üssünü sabote ettikten 7 yıl sonra ilk kez insan aya ayak bastı, 70'li yıllara damgasını vuran her türlü kaçakçılık James Bond öykülerinin besleyici unsuru oldu ve pek tabii ki Amerika ile Sovyetler arasında 30 seneden fazla süren Soğuk Savaş yıllarının tüm nükleer etkisi 007 kod adlı ajanımıza yansıdı.
2000'li yıllara gelindiğinde MI6'nın her koşulda en iyi kozu olan James Bond'u bu sefer küresel bir tehdit olan terör örgütleri bekliyor ki yine medeniyet tarihimizle paralel giden olay örgüleri var karşımızda. Başrol karakteri hiç değişmeyen bir serinin 50 yıldır izlenmesinin sırrı belki de burada saklıdır. 1962'den itibaren Ian Fleming'in romanlarından mot-a-mot olmasa da paralel kurgularla uyarlanan James Bond filmleri, özellikle Daniel Craig'in başrolde olduğu son 3 filmde iyice özgünlük ve özgürlük kazandı. Zira 2006 tarihli Casino Royale yine bir Fleming romanından yola çıksa da, bu sefer karşımızda daha insani yönlerini gördüğümüz, uyum sorunları yaşayan, terfisini kaldıramayan, hata da yapabilen, yara alan bir 007 vardı. Paul Haggis, Neal Purvis ve Robert Wade üçlüsünün kaleminden çıkan ve Craig'in oldukça başarılı performansıyla yeniden dirilttiği, "ajan kadar insan da olan" Bond'u, seyircisi de, eleştirmeni de çok sevdi. Bu hafta vizyona giren Skyfall 'da ise James Bond resmen düşüyor! Nerede ve nasıl kalktığına filmin sürprizlerini bozmamak için girmeyelim ama sinema tarihinin en başarılı ajanının da düşebileceğini görmek, insana iyi geliyor.
Filmin çıtasını yukarıya taşıma konusunda gerçekten Bond'a dönüşen Daniel Craig'den sonraki en önemli unsur şüphesiz yönetmen koltuğunda oturan Sam Mendes ismi. 1999'da çektiği ve modern klasikler arasına giren, ilk uzun metrajlı filmi Amerikan Güzeli ile sadece seyircinin değil Akademi'nin de gönlünü fetheden İngiliz yönetmen, Türkiye'ye basın toplantısı için geldiğinde, Skyfall'daki James Bond dokusunun özgün olacağının ipuçlarını vermişti. Bond filmlerini uzaktan ve meslek gereği takip eden biri olarak Mendes'e güveniyordum ama açıkçası bu kadarını beklemiyordum! Filmin bazı planlarındaki müthiş görsel dokunuşlar "İşte bu Sam Mendes farkı!" şeklinde dile geliyor. Şangay'daki muhteşem denizanası sekansları, 1964 model Aston Martin'in yan aynası, kötü adam Silva'nın harabeye dönmüş adası, bir çırpıda sayabileceğiz zevk veren kadrajlar. Yalnız getirebileceğim yegâne eleştiri filmin Türkiye'de gerçekleştirilen çekimlerine dair. Evet, basına özellikle belirttikleri gibi İstanbul, günümüz İstanbul'u: Eminönü çekimlerinde Takip: İstanbul (Taken 2)'un düştüğü oryantalist hataya düşülmeden, ‘çağdaş' bir İstanbul görüyoruz ama sonrasında, kimse kusura bakmasın, yük vagonunda insan taşımıyoruz! Kovalamaca sahnesindeki o fikri kim verdiyse, kendisine "bu olmamış" diyoruz. Zira bunca emek varken detaylarda biraz daha gerçekçi ve özenli davranmış olmalarını ümit ederdik. Türkiye olarak gördüğümüz ikinci ve üçüncü mekânda da takıldığım noktalar aklıma gelince, acaba Çin'deki meslektaşlarım da benle aynı kaygıları taşıyor mu diye düşünmeden edemiyorum.
Yazının sınırlarını daha fazla aşmadan yan rollerdeki oyunculuk performansları için de birkaç kelam etmek farz. Reklamcıların sevdiği tabirle rahatlıkla söyleyebiliriz ki Javier Bardem'i hiç böyle görmediniz! İspanyol oyuncunun farklılığı sadece sarışınlığından değil, canlandırdığı Raoul Silva'nın da ‘farklı' bir kötü adam olmasından kaynaklanıyor; kısacası Bardem yine döktürüyor. Severin rolünde Bérénice Marlohe kendinden bekleneni verirken, Bond kızı olarak anılmak istemediğini belirten Naomie Harris'in karakteri Eve ise, Bond'un içine düşecek kadar ona hayran bir saha ajanı portresi çiziyor. Kendi sahnelerindeki performansı başarılı ama nedense ben izlerken Eve'in varlığını yer yer unuttum. Bu sefer bize M'in iyice sert yüzünü gösteren Judi Dench yine karakterinden taviz vermezken, Bond'un son malzeme subayı Q rolünde Ben Whishaw, dahi ama hafif saftirik portreyi iyi dengeliyor.
Bu yazıyı Adele'in bu film için özel bestelediği ve bence açılış jeneriği ile müthiş uyumlu olan Skyfall tema müziğini mırıldanarak bitiriyor ve haftanın şüphesiz ki en iyi filmine gitmenizi tavsiye ediyorum.
twitter: @duygukocabay