Eminönü sıkışıklığında adam kaçırmak kolay mı yahu!
Yazar: Ali Ulvi UyanıkYeraltı (Subway,1985), Derinlik Sarhoşluğu (Le Grand bleu) (1988) ve Nikita (1990)... Seksenlerin ikinci yarısında, duyarlılık, bir tür saflık, enerji, orijinallik içeren bu filmlere imza atan Luc Besson, uzunca süredir, tam bir iş adamı gibi üretip uluslararası piyasanın nabzını tutan ve kamera arkasındaki her uzmanlık alanını iyi bilen müthiş bir yapımcı! Emrindeki teknik ordu ve kendi gibi hızlı çalışan yönetmen-yazarlarla, özellikle aksiyon sinemasında pazar payını genişletti. Peki, beyazperdede iyi bir hikâye izlemek isteyen biz sinema tutkunlarını tatmin ediyor mu işleri? Hayır! Sadece, süresi boyunca, sabun köpüğü eğlence keyfi yaşatıyor.
Kendi mantığı içinde tutarsız hikâyelere sahip filmler, adeta, seri üretim bandından çıkıyor; dövüşler, patlamalar, araba takip sahneleri, hızlandırılmış filmsel zaman ve kısa planlarla göz boyayıp, iyi oyalıyor. Tamamıyla aksiyona teslim olunmuş görüntüsünden sıyrılmak için yalapşap uydurulmuş gibi duran karakterler ve ilişkileri de bir anlam ifade etmiyor.
Mesela 96 Saat adıyla oynayan Taken ve Takip: İstanbul ismi yakıştırılan Taken 2. Ya da, bir saha ajanının niteliklerine, eksiksiz, hatta fazlasıyla sahip emekli CIA ajanı Bryan Mills'in (Liam Neeson) kaçırılma serüvenleri! Malum, aktif biçimde çalışırken, düşünceleri ve yüreğiyle değil ama fiziksel olarak evde olamadığı için karısı Lenore (Famke Janssen) tarafından evlilikleri sonlandırılmış eski eş ve baba: Aşırı koruyucu bir baba aslında. Kızı Kim'i (Maggie Grace) bir gölge gibi takip ettiği halde, ilk filmde kadın ticareti yapanlarca kaçırılmasına engel olamamış; ancak solukları kesen bir operasyonla kurtarırken ardında da epey ceset bırakmıştı... İkinci filmde ise, eski karısıyla arasındaki buzları eritirken, artık bir sevgilisi olan kızını takip etmeyi de sürdürüyor...
Hikâyenin zorlama bahanesi, üçünün İstanbul'da kısa bir tatil için bir araya gelmesi... Kötü adam, Arnavut yeraltı örgütü lideri Murad Krasniqi (Rade Serbedzija: filmin en inandırıcı performansı ona ait), önceki olaylarda oğlunu öldüren Bryan ile Lenore'yi kaçırtmayı başarırken, Kim bir şekilde kurtulacaktır. Ve bu intikam 'harekatı'nın sonunda da, olaylardan kimlerin canlı çıkacağını tahmin etmek zor değildir.
91 dakikalık filmin tüm çekicilik unsurları, başından sonuna, kaçırılma ve kurtulma trafiğinin karmaşası ve şiddetinde saklı! Hemen söyleyelim ki, film bir İstanbul değil, bir Eminönü filmi olmuş: Tabii ki tarihi yarımada İstanbul'un en çekici bölgesi. Zaten Bryan, bir vapur keyfi boyunca kızına kent hakkında kısa bilgiler veriyor... Aksiyon boyunca iç - dış mekânlar olarak hizmet veren, Eminönü'nün yoğun ticarete sahip olan eski, dar sokakları, yokuşları, hanları, hatta bir hamam, İstanbul'u hiç görmemişler için gizemli ve heyecan yaşanabilecek bir Ortadoğu kenti izlenimi verebilir.
Biz İstanbul'da yaşayan yazarları, bu filmi seyrederken kenti bilmeyen diğerlerinden ayıran ve gülümsememize yol açan, ister istemez, gerçeklikten kopuk 'düzenlemeler'.Yani 'zurnanın zırt dediği yer' , bir semtin içinde dönüp dolaşan koşuşturmalar boyunca, defalarca kullanılan imajların gözümüze sokulması... Olaylar, koca bir kentin başka hiç bir noktasına uzanamadığı için, döne döne, mesela aynı çarşaflı kadınları görüyorsunuz. Bu arada, Kim çatılara çıkıp boş alanlara el bombaları atıyor; Mills ailesi ABD Konsolosluğu'nun "ben inandırıcı olmayan bir dekor parçasıyım diye bağıran" nizamiyeye benzer girişini dağıtıp sert biçimde bahçesine giriyor... Bir de arada bir sürü masum sivil, cinayetleri çeşitlendirmek amacıyla olsa gerek, kolayca öldürülüyor!
Yönetmen Olivier Megaton, Luc Besson ve diğer yazar Robert Mark Kamen, yine, bir kez daha, fikirsel ve sanatsal olarak tüm ucuz numaraları kullanmışlar. Üstelik finalde, ailenin kâbus sonrası rahatlaması için de Los Angeles'ın ferahlatıcı güneş ışıkları altında dondurma ziyafetini uygun görmüşler (aman bu bilgiyi 'spoiler' olarak kabul etmeyin, ne olacağını biliyorsunuz zira).
Bourne'un Mirası (The Bourne Legacy) gibi sıkı, olabildiğince yenilikçi bir aksiyona bile burun kıvrıldığı günümüzde, "Taken" serisini ciddiye almak, sinemayla yakın ilişkide olanlar için olası değil. ali.ulvi.uyanik@gmail.com
twitter: @aliulviuyanik