Hesabım
    Denizin Ortasında
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Denizin Ortasında

    Görselliği doyurucu bir bilindik hikaye...

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    Ron Howard, kariyeri boyunca Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar ve Fidye gibi gişede yapımcıların yüzünü güldüren filmlere imza attığı gibi Akıl Oyunları, Cinderella Man ve Apollo 13 gibi Oscar sahibi yapımlarla da adından söz ettirmiş bir yönetmen/yapımcı. Başarısının altında yatan sır ise Howard’ın Hollywood’un ‘tutan film’ formülünü, türü ne olursa olsun hemen hemen her filminde başarıyla uygulayabilmesi. Bu hafta gösterime giren Denizin Ortasında da Ron Howard’ın sahneye koymakta ustalaştığı aynı formülü yeniden beyazperdeye taşıdığı, özellikle görsel anlamda izleyenleri hayal kırıklığına uğratmayan bir çalışma.

    1820 yılında balina avlamak amacıyla denize açılan Essex isimli geminin başından geçen deniz felaketini konu alan Denizin Ortasında, Nathanial Phillbrick’in araştırma kitabından sinemaya uyarlanıyor. Essex’in başından geçen olayların Amerikan edebiyatının temel taşlarından Herman Melville imzalı Moby Dick’e ilham verdiğinin bilgisi ise filmde Phillbrick’in araştırmasının Moby Dick’in kurgusuyla iç içe geçmesine neden oluyor. Yaşananları zamanında Essex’te miço olarak çalışan Thomas Nickerson’ın gözünden anlatan Denizin Ortasında, geminin kaptanı George Pollard ile usta balina avcısı Owen Chase’in sınıf ve ego çatışmasını merkezine taşıyor.

    Ron Howard’ın 1992 yılında imza attığı Uzak Ufuklar filmini hatırlatan bir Amerika portresi çizerek açılan film, 19. yüzyıl Amerikası’nın dinamik, ‘endüstriyel’ ve sınıf çatışmalarıyla bezeli atmosferini ayrıntılı bir biçimde kurguluyor. Özellikle sokak aydınlatmalarında kullanılan balina yağının, ciddi bir ihtiyaca ve devasa bir endüstriye dönüştüğünü vurgulayan  Denizin Ortasında, balina avcılığının dönemin riskli mesleklerinden biri olduğunun da altını çiziyor. Böylelikle film, anlatacağı hikayenin tarihsel ve bağlamsal altyapısını başarıyla aktarıyor. Bu altyapı sayesinde düşük dozda bir kapitalizm eleştirisi de kurgulayan film, zaman zaman günümüze gönderme yapmayı da ihmal etmiyor.

    Öte yandan, filmin esas zenginliğini oluşturan bu eleştirel ton işin içine aksiyon girdiği noktada yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlıyor. Aslına bakarsanız, Denizin Ortasında’da Essex’in başına gelen deniz felaketi akıcı ve bir o kadar da sürükleyici bir dille izleyenlere aktarılıyor. Aksiyon sahnelerine hakim olan neredeyse kusursuz kamera hareketleri ve kamera açıları filmin göz kamaştıran görsel efektleriyle birleştiğinde seyredenlere sahiden de ‘denizin ortasında’ olduklarını hissettirebilecek kuvvette bir etki yaratıyorlar. Ancak aksiyon sahneleriyle birlikte karakterlerin iç ve dış çatışmalarının hikayeye yeterince nüfuz edemeyişi, oyunculuk performanslarının sıradanlaşması ve balinanın bir metafor olarak gerektiğince etkin düzeyde kullanılamaması gibi sebepler Denizin Ortasında’nın öyküsünün yüzeyselleşmesine neden oluyorlar.

    Her şeye rağmen Denizin Ortasında, sadece görsel efektlerinin izleyenler üzerinde yarattığı ‘sahicilik’ hissi için bile izlenmeye değer bir film. Belki yeni nesil sinemaseverler için o kadar da şaşırtıcı olmayan, hatta olağan bulunan kimi sahnelerin zamanında James Cameron’ın Titanik’ini şaşkınlıkla seyretmiş başka bir kuşak için son derece değerli olduğunu iddia etmemiz mümkün. Dolayısıyla, Denizin Ortasında öyküsel düzeyde izleyenlere herhangi bir yenilik vaat etmese de sinemanın görsel anlamda Jaws’tan Titanik’e, Titanik’tense bugüne nasıl evrildiğini düşünmek için harika bir malzeme sunuyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top