3 yönetmenden tek ortak kurgu!
Yazar: Kaan KarsanBulut Atlası (Cloud Atlas) bir proje olarak ortaya ilk çıktığında neredeyse herkes bir konuda hemfikirdi. Bu film ya yeni ufuklar açan bir başyapıt olacaktı, ya da hiçbir zaman unutulmayacak bir fiyasko... Heyecan dolu ve uzun bir bekleyişin ardından bu hafta gösterime giren Bulut Atlası/Cloud Atlas, ne bir başyapıt, ne de bir fiyasko. Hatta belki de, kimi açılardan filmin ‘daha önemli' olmasına neden olan tercihler de, filmin kendini konumlandırdığı yerde yatıyor. Zira Bulut Atlası, hiçbir anında haddinden daha gösterişli ya da daha büyük olmak için çabalamıyor.
Kariyerleri sadece Matrix (The Matrix) ile anılan, hâlbuki daha önce Tuhaf İlişkiler (Bound) gibi harika bir iş çıkarıp; Matrix'ten sonra da Hızlı Yarışçı (Speed Racer) ile tuhaf ama ilgi çekici bir ‘çizgi-filmimsi' ile yeniden şaşırtıcı bir iş sunan Wachowski kardeşler ile "Koku: Bir Katilin Hikayesi (Perfume: The Story of a Murderer)", "Koş Lola Koş (Lola rennt)" ve "Üç" gibi işlerinden sonra dünyanın en çok sevilen Berlinlilerinden biri olan Tom Tykwer'ı bir araya getiren proje David Mitchell'ın aynı adlı, oldukça kompleks kitabından uyarlama... Değişik zaman ve mekânlarda geçen altı hikâyeyi hem duygusal hem de fiziksel bir biçimde, hafifçe birbirine bağlayan Bulut Atlası, bu esnada ‘farklı' türlerin birarada karşımıza çıktığı bir sinemasal tecrübe bahşediyor bizlere. Zaten filmin ‘devrimsel' olarak nitelendirilebilecek atılımı da burada yatıyor.
Filmin içerisinde, altı adet, birbirinden oldukça farklı yapıya sahip film var. Bu filmlerin her biri, sinema kültürünün içerisindeki başka bir janrı işaret ediyor. İncelikli bir senaryo kurgusunun mahsulü olarak, bu altı hikâyeyi eşzamanlı bir şekilde perdeye yansıtan yönetmen üçlüsü, sinemanın bilindik kalıplarını aşmayı başarmışlar. Zira bir yandan altı adet film izliyormuşuz hissiyatını alırken diğer yandan bunun aslında tek bir amaca hizmet eden, tek bir film olduğunu özümseyebiliyoruz. Distopik bir bilimkurgudan sonra ani bir devinimle kendimizi bir 70'ler film-noir'inin içerisinde bulurken, ‘uçurumdan düşermiş' gibi hissetmiyoruz.
Filmin yine neredeyse ‘devrimsel' olarak nitelendirilebilecek tarafı, makyaj çalışmasında yatıyor. Kimi zaman oldukça ‘abartılı' dursa da, karakterleri ‘cinsiyet' kavramının ötesine geçirebilen süslemeler genellikle göz kamaştırıcı. Bu artık sinemada erkek bir karakteri canlandırmak adına erkek oyuncuya; kadın bir karakteri canlandırmak için ise kadın oyunca gerek olmayacağına işaret ediyor. Zira Bulut Atlası / Cloud Atlas, kendi oyuncularını cinsiyetler arası bir yolculuğa çıkarmayı ve bunu seyirciye hiçbir şekilde hissettirmemeyi başarıyor.
İlk celsede fazlasıyla büyük ve cafcaflı duran Cloud Atlas'ın hiçbir şekilde ‘göz boyayan' numaralara başvurmaması filmin ayrı bir takdiri hak ettiğinin göstergesi. Ortada sadece iyi-kötü anlattığı öyküye odaklanan ve her sahneyi ayrı bir ‘şova' dönüştürmeye çabalamadan oldukça doyurucu bir sinema sunan bir film var. Cloud Atlas, konuştuklarında samimi; süresine aldırmadan sürükleyici ve kapanış jeneriği akarken dahi ikinci izleyiş için heyecan verici...
Filmin en büyük sıkıntısı ise hiç şüphe yok ki geniş bir kitleyi hedefleyen sinemasal kaygılarından kaynaklanıyor. Zira Cloud Atlas, kimi zaman oldukça açık olan mesajını bağıra bağıra söyletiyor karakterlerine. Bu da filmin iki buçuk saati aşan süresi boyunca sıklıkla dile getirdiği mevzularını döngüsel bir tekerrüre dâhil ediyor. Kısacası Cloud Atlas, en nihayetinde ‘anaakım' damara hizmet etmenin hezeyanlarını yaşıyor.
Son tahlilde Cloud Atlas, heyecan verici, sürükleyici ve ‘farklı' bir film. Andy Wachowski, Lana Wachowski ve Tom Tykwer üçlüsünün sinemada yeni yollar aradığını, türleri birbirinin içine geçirip bir sarmal olarak sunduğunu görmek ise ayrıca ilgi çekici.
kaankarsan@gmail.com
twitter.com/kkarsan