Alacakaranlık (Twilight)'ın güneşte parlayan, kız peşinde koşmaktan başka marifetleri olmayan vampirlerini vampir mitine yenilik getiriyor sanıp bağrımıza bastığımız sırada İsveç'ten gelen, küçük bütçeli ama taptaze fikirlerle dolu müthiş bir seyirlik olan Gir Kanıma (Låt den rätte komma in) için o yılın sinema olayıydı diyebilirim. 2004'de yazılmış bir romandan uyarlama olan film gösterildiği tüm festivallerde ödülleri topladığı gibi rottentomateos.com gibi zor beğenen bir siteden alınabilecek en yüksek puanı (97/100) alıp daha gösterilirken kültleşiverdi.
Özgün konu arayışından bitap düşmüş Hollywood patronlarının üstüne atlayacaklarından emin olduğum bu filmin Amerikan yapımı bir yeniden çevriminin gelmesi kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Burada kısa bir açıklama yapmak durumundayım. Bu ve "Erken Yeniden Çevrimler" dosyası için yazdığım Karantina (Quarantine) gibi filmler yeniden çevrim / remake olmaktan ziyade taklit / replika yapımlar. Özgün filmi, hiç bir farklılık getirmeden sadece Amerikalı oyuncularla neredeyse sekans, sekans yineleyerek üretilen bu yapımları, kendi adıma, başka türlü değerlendirmek mümkün değil. Bu yüzden baştan söylemeliyim ki, Låt den rätte komma in'i görmüş olanların Kanıma Gir (Let Me In)'i izlemek için hiç bir nedeni yok. Yazının geri kalanını asıl filmi izlememiş olanlar ve izlese bile sadece Amerikan yapımı işlere sempati duyanlar okursa daha iyi. Ben de bundan sonrasını asıl filmle kıyaslamak yerine, sanki Let Me In'i ilk kez izlemiş gibi yazacağım.
Herkesin bir J.J. Abrams filmi sandığı Canavar (Cloverfield)'ın yönetmeni olan Matt Reeves sıkı bir sinemacı... Seyirciyi nasıl etkilemesi gerektiğini biliyor ve sarkmayan bir tempo ve iyi kesilmiş planlarla hedefe ilerliyor. Let Me In projesinin onun ellerine emanet edilmesi izlediğimiz şeyi silik bir karbon kopya olmaktan çıkarıp oldukça samimi bir deneyim haline getiriyor. Ayrıca böyle bir film için gerçekten zor olan başrol çocuk oyuncu seçiminde de turnayı gözünden vurmuşlar. Post-apokaliptik bir distopya olan The Road'da Viggo Mortensen'in yanında dahi parlayan Kodi Smit-McPhee gerçekten doğru bir seçim. Ezik Owen karakterinin tüm nüanslarını seyirciye geçiriyor. Asıl filmdeki (hani bahsetmeyecektim!) Oscar'ı oynayan Kare Hedebrant'tan daha iyi bile diyebilirim. Ayrıca filme yedirilen, daha başlangıçta kendini belli eden çizgi roman dokusunu da çok beğendiğimi belirtmeliyim. Çoğu çizgi roman uyarlamasından daha yoğun bir duygusal etkilenme söz konusu.
Asıl filmden daha görsel bir filmle karşı karşıya olduğunuzu da bilmelisiniz. İsveç yapımı filmde gayet ekonomik şekilde kullanılan güçlü görsel anlar mevcuttu, bunlar yine aynı şekilde kullanılmakla birlikte özellikle Abby'nin avlanma sekanslarında olayı tahmin etmenin ötesine geçebiliyoruz. Son tahlilde, filmi sevdim, gerçekten sevdim ve keşke özgün bir senaryodan üretilmiş olsaydı da zaman içinde bir başyapıt kıymetlenmesi yaşasaydı dedim. Amerikan stüdyo sistemi her şeyi bilet satışıyla ilişkilendirdiği için böyle sıradışı öykülerin peliküle aktarılmasına asla izin vermeyecek, ola ki Avrupa'dan Rec: Ölüm Çığlığı ([Rec]) ya da Låt den rätte komma in benzeri sükse yapan bir yapım çıkarsa da devşirmekten geri durmayacak. Bize de , bu örnekte olduğu gibi, bazı filmleri iki kez izlemek düşecek. Vizyon zamanlamasının yanlış olduğunu düşünmekle birlikte, özellikle asıl filmi izlememiş olanlara şiddetle önereceğim bir film; Let Me In...
Twitter: murattolga / murattolga@gmail.com