2006 yılında Walt Disney Pixar'ı satın aldığında o güne kadar "Oyuncak Hikayesi (Toy Story 3D)," "Sevimli Canavarlar (Monsters, Inc.)," "Kayıp Balık Nemo (Finding Nemo)" gibi animasyon camiasına hareket getirecek orijinallikte filmlere imza atan stüdyo, bizi akıbeti konusunda endişelendirmişti. Ancak ilerleyen yıllarda "Ratatuy (Ratatouille)," "Yukarı Bak (Up)" ve özellikle "Vol.i (WALL·E)" gibi birbirinden çarpıcı yapımlarla izleyici karşısına çıkan Pixar, Walt Disney'in baskısı altında kalmadan bağımsız ruhunu koruyabildiğinin sinyallerini verdi. Geçtiğimiz yıl gösterime giren "Oyuncak Hikayesi (Toy Story 3D)" serisinin üçüncü filmi de bu sinyali onaylar nitelikteydi.
Pixar'ın 80'li yıllardan bugüne uzanan yolculuğuna baktığımızda stüdyonun izleyenlerin zihinlerinde enteresan bir marka değerine sahip olduğunu görüyoruz. Milyon dolarlık bütçelerle çekilen ve dünyanın dört bir yanına pazarlanan animasyonların kurmaca filmleri aratmayan dramatik yapıları ve dokunaklı hikayeleri çoğu zaman resmin tamamını görmemizi engelliyor aslında. Apple firmasının kendisini her daim piyasa liderinin uçarı bir alternatifi gibi sunan ve alıcılara ne olursa olsun şirketin ‘amatör' ruhunu koruduğunu aşılayan reklam stratejisi, Pixar'ın imajının da önemli bir parçası. Steve Jobs'ın serveti ABD hükümetinin kasasındaki nakit parayı sollamıs olsa da Apple, o ilk kurulduğu günkü ‘amatör' ruhu hala içinde taşıdığı hissini pompalamaya devam ediyor. Özetle, aradan geçen onca yılın ardından, artık ne Walt Disney'in en büyük hissedarı Pixar'a, ne de Apple'a, statükonun birer alternatifi gözüyle bakılmamasının zamanı geldi. Her ikisi de pazarın büyük bir bölümünü ellerinde tutan majör şirketler artık. Pixar – Walt Disney ortaklığının yeni ürünü "Arabalar 2 (Cars 2)" de bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren tek Pixar filmi belki de.
2006 tarihli "Arabalar (Cars)" filminin devamı niteliğindeki "Arabalar 2" de başkarakter Şimşek McQueen karşımıza arka arkaya dört kupa kazanmış olgun bir yarış arabası olarak çıkıyor. McQueen'i yarışlara gittiğinde en çok yakın dostu Mater özlüyor. Tokyo'dan Londra'ya uzanacak hareketli bir yarış maratonunda McQueen'in Mater'ı yanına alması, kahramanlarımıza bambaşka bir hikayenin kapılarını açıyor. Tokyo'da McQueen'le arası bozulan Mater'ın istemsizce esrarengiz bir casus oyununa dahil olması ise bizim külüstür kamyonun bir anda filmin baş karakterine dönüşmesini sağlıyor. Ancak Mater tüm sevimliliğine ve eğlenceli numaralarına rağmen izleyenleri doksan dakika boyunca peşinden sürükleyecek enerjiden yoksun bir karakter. Mater'ı yıldızlaştırmaya baş koymuş Pixar ekibinin bu sorunu kamufle etmek için başvurduğu yöntemse hikayeyi aksiyona boğmak, ki bu, özellikle "Robinson Ailesi" ve "Bolt" gibi Walt Disney imzalı yapımlarda öne çıkan bir çözüm yolu. Dolayısıyla, "Arabalar 2"nin gidişatını ele geçiren aksiyon sahneleri, Pixar'ın yeni filminde Walt Disney'in baskın diline karşı koymadığının da kanıtı.
Pixar'ın teknolojinin gelişimiyle doğru orantılı ilerleyen görsel yetkinliği düşünüldüğünde "Arabalar 2"nin ‘gerçekçi' aksiyon sahnelerinin oldukça görkemli olduğunu söylemek lazım. Kurmaca filmleri aratmayan kamera hareketleri ve kurgusuyla Pixar dahisi John Lasseter'ın "Arabalar 2"nin hiçbir aşamasında elini korkak alıştırmadığı her halinden belli. Tokyo'dan Londra'ya gidişata dahil edilen tüm şehirler, "Arabalar 2"de bugüne kadar hiçbir animasyonda görmediğimiz kadar sahici ve ayrıntılı bir şekilde beyazperdeye taşınıyor. Filmin üç boyut teknolojisiyle ekrana taşınması ise bu şehir manzaralarının apayrı bir derinlikle görselleştirilmesini sağlıyor.
Diğer yandan, Pixar'ın animasyon filmleri insan gözüyle görülen dünyaya benzetmek için gösterdiği, yer yer gövde gösterisine dönüşen bu çaba, "bir animasyon filmin temel amacı bu mu olmalı" sorusunu da beraberinde getiriyor. "Arabalar"ın kahramanları McQueen, Mater, Sally, Luigi ve diğerleri ilk ortaya çıktıklarında körelmemiş bir hayal gücünün ürünleri olduklarını derinden hissettiriyorlardı. İnsan, yaşı biraz büyüyünce, çocukken oynadığı arabaları hisseden ve yaşayan birer kahramana dönüştürdüğünü, oyuncak bebekleri çantasına koyarken nefes alamazlar diye korkup, başlarını dışarıda bıraktığını unutuyor. Pixar, 2006 yılında "Arabalar"ı yarattığında, görsel açıdan diğer filmlerine kıyasla daha mütevazi bir çalışma olmasına rağmen, yetişkinleri çocukluk günlere geri götürmeyi başardığı gibi, çocuklara da hayal gücünün sınır tanımadığı bir dünya sunmuştu. "Arabalar" her gün dışarıda gördüğümüz dünyaya benzer bir görsellik yaratmaktan öte, bizleri bambaşka bir hayal alemine sürüklemeyi başarıyordu ve bunun için kusursuz bir çizgiselliğe ihtiyacı da yoktu. Karakterlerin kişisel tarihleri ve çatışmaları, seyredenlerin zihinlerinde çok katmanlı bir film dünyası yaratmaya yetiyordu.
"Arabalar 2" ise Pixar'ın yetişkin kaygılarla ortaya çıkardığı bir çalışma. Film, güçlü bir hikaye dünyası kurarak seyredenlerle özdeşleşme sağlamak yerine yetişkinleri görsel yetkinliği ve iktidarı ile etkileyip, küçükleri ise hareketli aksiyon sahneleriyle hipnotize etmekten yana -ki tüm bunlar Walt Disney'in kapitalist zekasının varlığını fazlasıyla hissettiren seçimler. "Arabalar 2" Hollywood standartlarında başarılı bir animasyon sayılabilir mi? Evet. Pixar'dan beklediğimiz performansı veriyor mu? Hayır.