Bridget Jones’un Kötü İkizi
Yazar: Ayşegül KesirliMontaj sekanslarını bilirsiniz; kısa kısa sahnelerin birleşiminde oluşan bu sekanslar, manidar bir müzik eşliğinde karakterlerin uzun bir zaman diliminde hayatlarında oluşan değişiklikleri birkaç dakika içinde özetlerler. Aşık çiftlerin cicim ayları ya da sporcuların antrenman dönemleri gibi tamamlanması uzun zaman alan süreçler montaj sekansları sayesinde hızlı bir şekilde gösterilir ve sadede gelinir. Hızlı yaşayıp, fazla tüketmeye meraklı Hollywood sineması çoğunlukla, Uzakdoğu ve Avrupa Sinemalarının tersine gelişim ve değişim vaat eden bu süreçleri en ince ayrıntılarına dek göstermek yerine montaj sekansları yardımıyla bir an önce geçip, derhal sonuca odaklanmayı tercih eder.
Arkaya döşenen ucuz pembe dizi müzikleri eşliğinde, bir kişisel gelişim öyküsü anlatmaya niyetlenen Erkekleri Tavlama Sanatı, karakterlerinin duygusal devinimlerinden ve çatışmalarından habersiz bir film. Anlattığı konunun derinine inmeden, başkarakter Brett'in bir sene gibi bir zaman dilimi içinde başından geçenleri gözler önüne sermeye çalışan film, süreçten çok sonuca odaklanıyor. Bu yönüyle de 90 dakika süren bir montaj sekansını andırıyor.
Erkekleri Tavlama Sanatı'nın esas amacı ilk bakışta şehirde yaşayan kariyer peşindeki genç kadınların gündelik problemlerini gözler önüne sermek gibi görünüyor. Ancak filmi izlediğinizde anlıyorsunuz ki yönetmen Marc Klein'ın esas derdi anlamlı bir hikaye anlatmaktan öte Bridget Jones benzeri sempatik bir karakter yaratmak. Nitekim filmin birçok özelliği "tesadüfi" bir şekilde Bridget Jones'un Günlüğü ile benzeşmekte.
Tıpkı Bridget gibi yayıncılık sektöründe çalışan, babası ile uzun telefon konuşmaları yapmaktan hoşlanan ve başarılı bir iş kadını olma hayalleri kuran Brett'in aşk hayatı da Bridget kadar çığırından çıkmış durumda. Fakat ne yazık ki Brett'in Bridget Jones kadar sevilen bir karaktere dönüşebilmesi imkansız. Bunun nedeniyse Marc Klein'ın özensiz sunumu nedeniyle Bridget Jones'un şeytan ikizine dönüşen Brett'in orijinallikten ve sahicilikten uzak bir karakter olması.
Herhangi bir kurulum aşamasına gerek duymadan hikayenin orta yerinden söze başlayan Erkekleri Tavlama Sanatı, işlevsiz yan öyküler ile, yarıda kalan mevzularla ve birkaç sahnede görünüp, bir anda ortadan kaybolan yan karakterlerle dolu paramparça bir anlatıma sahip. İşin en kötü yanı bu paramparça anlatım şeklinin, filmde herhangi bir fonksiyonla anlam kazandığını söylemek de mümkün değil. Birçok farklı sahnede en acemice yönetilmiş filmlerin bile ağına zor düşeceği anlatım bozukluklarının kurbanı olan Erkekleri Tavlama Sanatı, birbirinden kopuk olay örgüleri eşliğinde oradan oraya sürüklemekte.
Bu haliyle söylemek istediği anlamlı cümlelerin ve karakterler arasında yaratmaya çalıştığı başarılı paralelliklerin de anlamsızlaşmasına neden olmakta. Başladığı hiçbir sözü bitirmeden, dile getirdiği her konuyu yarıda bırakan film, her sahnesinde biraz daha vasatlaşmakta. Yapmacık espriler, ne başı ne sonu belli olan duygu yoksunu bir aşk ilişkisi ve dramatik olması amaçlandığı halde sadece gülünç olabilen sahneler ile süslü olması ise bu vasatlığın tuzu biberi.
Bana sorarsanız Erkekleri Tavlama Sanatı, anlatım bozukluklarıyla dolu, samimiyetsiz bir film. Alec Baldwin ve Sarah Michelle Gellar da uyumdan yoksun birliktelikleri ve özensiz performanslarıyla bu samimiyetsizliği beslemekteler. Film, sürükleyicilikten uzak anlatımı, sonuçsuz kalan yan öyküleri ve merkezine aldığı antipatik aşk hikayesiyle 90 dakika boyunca resmen sabrınızı sınıyor. Hele sonlarına doğru filmden o kadar kopuyorsunuz ki, sinema salonunu terk etmemek için kendinizi zor tutuyorsunuz. Vakit kaybından başka bir şey vaat etmeyen Erkekleri Tavlama Sanatı'nı izlemeden önce iyice düşünmenizi tavsiye ederim.