Öncüllerini katlayan bir epik aksiyon!
Yazar: Oktay Ege KozakMad Max: Fury Road, en basitinden bakarsak ikinci Mad Max filmi Yol Savaşçısı’nın mega bütçeli, modern sinema teknolojisini son damlasına kadar kullanan, ekstra steroidli bir yeniden çekimi. Post apokaliptik aksiyonun babası sayılan Mad Max üçlemesinden otuz yıl sonra orjinal filmlerin yönetmeni George Miller, hem kendi yarattığı serinin, hem de aksiyon sinemasının sınırlarını zorluyor Mad Max: Fury Road ile.
Yol Savaşçısı’nda olduğu gibi amaç post-apokaliptik Avustralya’nın çöl gibi açık yollarında geçen hiper stilize, hiper şiddetli ve hiper kinetik araba kovalamaca sahnelerini peşpeşe dizerek katıksız epik bir 'aksiyon opusu' yaratmak. Miller, orjinal Mad Max filmlerini çekerken rüyasını bile edemediği düzeyde bir bütçeyi kapınca sıra serinin bu yeni versiyonuna geldiğinde olabilecek en iyi şekilde 'deliriyor' ve baştan sona bir an bile tansiyonu düşürmeyen, manik ve deli bir şiddet operası yaratıyor.
Mad Max: Fury Road’un yanında Yol Savaşçısı, şirin bir deneme filmi gibi kalıyor. Eğer Yol Savaşçısı’nın vizyona girdikten otuz üç yıl sonra halen gelmiş geçmiş en çılgın aksiyon filmlerinden biri olduğunu akılda tutarsak, Mad Max: Fury Road’da çıtanın inanılmaz boyutlara ulaştığını görüyoruz. Basit mi basit konusunu iki saat boyunca görsel bakımdan hayret bırakan bir renk ve ışık cümbüşü yaratmak için kullanıyor film.
Mad Max: Fury Road, Yol Savaşçısı’nın hikaye yapısını neredeyse adımı adımına takip ediyor. Ailesi öldükten sonra post-apokaliptik Avustralya’da safi hayatta kalmak için çabalayan Max (Tom Hardy), şiddet ve acımasızlık dolu bu dünyada masum bir gruba yardım etmek zorunda kalır. İlk başta Max’in motivasyonu kendini koruyabilmektir, fakat zaman içinde Max’in içinde tekrar bir yaşam sebebi ve ümit oluşur.
Yol Savaşçısı’nda minyatür bir kasabanın masum insanlarını maskeli psikopat Humungus ve deli ordusundan korumak zorunda kalan Max, bu sefer başlarını cesur Imperator Furiosa’nın (Charlize Theron) çektiği bir grup kadını maskeli psikopat Immortan (Hugh Keays-Byrne) ve deli ordusundan korumak zorunda kalıyor. Sonlara doğru sürpriz bir feminist temaya sahip olan Fury Road’da serinin adı her ne kadar Max’e ait olsa da, Charlize Theron’un yürekli performansından güç alan Furiosa, filmin en akılda kalır karakterini yaratıyor.
Tabii ki konu bir Mad Max filmi oldu mu hayranların en merak edecekleri element kovalamaca ve aksiyon sahneleri olacaktır. Bu bakımdan Miller, abartıdan uzak durmak yerine tam tersi yönde giderek ‘abartı’ kelimesinin anlamını değiştiriyor resmen. Kısaca kafayı yemiş olarak tanımlayabileceğimiz, CGI’ya ağırlık vermek yerine olabildiğince gerçek çarpışmalardan oluşan araba kovalamaca sahneleri aşırı ötesi bir yaklaşımı gururla benimsiyor.
Yaratıcı araba ve kostüm dizaynları bir S&M partisi ile bir off-road yarışının bir araya gelip ateşli bir kabusa dönüşmesini andırıyor. Evet, Mad Max: Fury Road’un karakterleri, özellikle kötü adamları, grotesk karikatürlerden oluşuyor ve filmin neredeyse tamamı bir alev, kan ve benzin cümbüşü, fakat Miller bu grotesk dünyanın içinden muazzam bir güzellik yakalamayı da başarıyor. John Seale’nin ekranı sarı, mavi, ve hatta yer yer siyah-beyaza bulayan sinematografisi, aksiyon sinemasında son yılların en hayret uyandıran görüntülerini yaratıyor. Diğer yandan Junkie XL’in perküsyon ağırlıklı müziği tansiyonu maksimumda tutmayı başarıyor. Kötü adamların gaza gelmek için kullandıkları devasa amplifikatörlerden oluşan elektrik gitar arabası da filmin içinde kovalamaca sahnelerinin kendi müziğini bile yaratıyor.
Sonuçta Mad Max: Fury Road, orjinal serinin hayranlarını ve post-apokaliptik aksiyon türünün sevenlerini hayal kırıklığına uğratmayacak, damardan adrenalin aşılayan hiperaktif bir modern aksiyon klasiği yaratıyor.<