Mary ve Elizabeth
Yazar: Banu Bozdemirİngiliz kraliyeti her zaman tiyatro ve sinemanın markajında olmuştur, özellikle Hollywood bu entrikalı tarihi kurcalamayı, karakterleri bir kez de sinemada birbirine düşürmeyi pek seviyor… Bu kez İskoçya’nın genç kraliçesi Mary Stuart ile İskoçya ve İngiltere’nin yönetimini elinde bulunduran 1. Elizabeth arasındaki hikaye ele alınıyor. My Heart is My Own: The Life of Mary Queen of Scots biyografisinden uyarlanan İskoçya Kraliçesi Mary, iki genç kadının erkek egemen bir dünyada zaman zaman işbirliği yaptıkları, zaman zaman rekabete geçtikleri entrikalı bir süreci anlatıyor. Dönem öyle bir dönem ki saflar sürekli değişiyor, kadınların güçlü gibi göründükleri, söz sahibi gibi durdukları dönemde bir anda aslında kendileri için biçilen kaderi yaşadıklarını görmek gerçekten de üzücü oluyor. Elizebeth’i sinemada fazlasıyla tanıyoruz, tahtta kalmanın hırsıyla ‘erkekleştiğini’ itiraf eden, çocuk yapmayan, evlenmeyen yani kendisine rakip olabilecek her şeyi hayatından uzak tutan, gittikçe beyazlaşan, ifadesizleşen yüzüyle neredeyse görünmez bir kraliçeye dönüşen Elizabeth’i…
Mary de onun kadar hırslı ama maalesef o kadar güçlü ve şanslı değil. Hayatı da bir o kadar enteresan. Babasının ölümünden sonra altı günlükken İskoçya kraliçesi olan, 16 yaşında Fransa veliahtı François’yla evlenen Mary, kocasının tahta çıkması üzerine İskoçya ve Fransa Kraliçesi oluyor ama kocasının bir yıl sonra ölmesi üzerine hakimiyetini kaybedip 1561’de tekrar İskoçya’ya dönüyor. Film o dönüş sürecinden sonra yaşananları anlatıyor.
Bir yandan Katoliklikten uzaklaşan ve Protestanlığın ağırlık kazandığı İskoçya ile karşılaşan, kendini kabul ettirmek için savaşan ve bu konuda kuzeni Elizabeth’le deyim yerindeyse bir iyi bir kötü olan Mary, sonunda onun himayesinde kalıyor ve ölümü de kuzeninin elinden oluyor.
Film şatafatı, dekoru, kostümü öne çıkarmaktansa daha çok dönemin kasvetini öne çıkarmayı seçiyor. Uzak, gözden ırak, hayatının ve tahtının derdine düşmüş, ego sahibi insanların kaçak göçek yaşamlarını gayet iyi aksettiriyor film. İki güçlü kadının o dönemin atmosferi içinde bir araya gelmeden, elçiler aracılığıyla sürdürdükleri görüşmeler, hırs ve taht aşkı yüzünden neredeyse aynı erkeği sevmeye kadar varacak taviz vermeleri, acı çekmeleri… İki kadının birbirlerine hükmedebilmeleri için barış kozunu kullanmaları… Film bu alışveriş içinde fazlaca barışçıl bir bakış açısı ve ortam sunmaya devam ediyor. Arada savaşlar, isyanlar, ayaklanmalar olsa da film genelde yüzünü iki kadın açısından olumluya dönüyor. Filmde Mary’nin tökezleme sebeplerinden biri olarak evlilik ve varis üstünlüğünü ele geçirme handikapı gösterilebilir. Oysa Elizabeth aşkından bile vazgeçiyor tahtta kalabilmek için. Öyle bir dönem yani..
Film o döneme, iki kadının arasında yaşanan git gelli hallere ilişkin gayet biyografik ve gerçekçi bir anlatım sunuyor, hayatta kalmak için hırslarına yenik düşen kadınların, erkeklerin çağında öne çıkan karakterleri önümüze getiriyor. Ama en üst konumla taçlandırsa da kadını elinde tutan erkek güruhunun ve dinin baskıcı etkilerinin hep devam ettiğini de belirtiyor. Ama olan Mary’e oluyor tabii, elinde avucunda ne varsa hepsini kaybediyor, bir yaşındaki oğlundan ayrılmak zorunda kalıyor. Ve yaşadıkları acılar ve deneyimler onu tarihe mal ediyor…
twitter.com/banubozdemir