Posterine Aldanmayın...
Yazar: Ayşegül KesirliOn üç - on dört yaşlarındayken hayat sizin için yeterince zor değilmiş gibi bir de içinde bulunduğunuz sosyal çevre size dayanılmaz bir baskı uygulamaya başlar. Nasıl bir insan olmak istediğinize karar verme aşamasında olduğunuz ortaokul döneminde, içinizde olup bitenleri kaba kuvvetle veya haylazlıkla değil de, yazı yazmak veya resim yapmak gibi bir takım kişisel faaliyetlerle dışa vurmayı tercih ederseniz işiniz daha da zor. Çünkü bu faaliyetler hayal dünyanızı, içinizde büyüttüğünüz karakteri olduğu gibi gözler önüne sermenize neden olacaktır. Bu sayede kendi açıklarını öfkeyle görünmez yaparken sizin açığınızı kollayan bir takım insanlar, sizi nerenizden vurabilecekleri konusunda fikir sahibi olup üzerinize gelirler ve hayatı sizin için daha da zor hale getirirler.
Ortaokul dönemine hakim olan sosyal karmaşa üzerine söylenebilecek en beylik sözleri bir araya getiren bu yukarıdaki söylem, herhangi bir gençlik öncesi filminin tanıtım yazısında yer alabilirdi rahatlıkla. Sıkıcı bir genelleme olarak adlandırmamız için barındırması gereken birçok basmakalıp fikri içinde taşıdığı aşikar. Fakat ortaokul döneminde yaşanan sosyal karmaşaya herkesin hemfikir olacağı kadar genel ve anlaşılır bir açıklama getirerek, bu döneme uzaktan bakan kişilerin içlerini rahatlattığı da bir gerçek. Bu nedenle, sinema endüstrisi gençlik öncesini anlatan filmlerde bu genel kanıyı suyunu çıkarana kadar kullanmadan edemiyor.
Terabithia Köprüsü, yukarıdaki genellemeye yakışır bir tutumla, okuyan, düşünen ve hayal kuran çocukların, haylaz sınıf arkadaşları tarafından ezildikleri bir sosyal ortamda geçiyor. Tarif ettiği bu sosyal çevrenin bütün kalıplaşmış karakterlerini hikayesinin içine yerleştiren film, başarılı bir anlatıma sahip olmasaymış, pazar sabahları televizyon karşısında yarı uyuklar vaziyette izleyebileceğimiz, iç bayıltıcı bir ergenlik öncesi filmine dönüşebilirmiş. İlk yarım saatini izledikten sonra ilerleyen dakikalarda neler olacağını tahmin edebilir hale geldiğimiz Terabithia Köprüsü’nün anlattığı öyküyü tamamen başkarakterinin gözünden dile getiriyor olması ise ilgi çekici.
Filmde gösterilen bütün mekanlar ve karakterler, başkarakter Jesse onları kendi zihninde nasıl algılıyorsa öyle yansıtılmışlar. Bu durum, filmin ilk dakikalarında seyirciye fazla hissettirilmese de, olaylar geliştikçe bize gösterilen dünyayı herhangi bir üçüncü kişinin gözünden değil, sadece ve sadece Jesse’in gözünden izleyip yorumladığımızı yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz.
On üç - on dört yaşlarında bir çocuğun duygusal ihtiyaçlarını, çevresindeki insanların davranışlarından neler anladığını ve dünyayı nasıl algıladığını birebir hissettirmeyi başaran bu anlatım şeklinin filme naif olduğu kadar karamsar bir hava kattığını söyleyebiliriz. Yetişkinlik ve çocukluk arasında gidip gelen, kendi olmak için karşılaştığı herşeyle mücadele eden bir karakterin ruh halini başarıyla yansıtan bu atmosfer, filmin anlattığı hikayeye epey yakışıyor.
Terabithia Köprüsü, az önce bahsettiğimiz anlatım şeklinden Jesse’nin hayal gücünü görselleştirme sürecinde de vazgeçmeyen bir film. Hayal dünyası ve gerçek dünya arasında gidip gelen film, ilk bakışta bizim dünyamıza pek benzemeyen fantastik bir alemde geçiyormuş izlenimi verebilir. Fakat filmin büyük bir çoğunluğu, beklediğimiz gibi fantastik bir dünyada geçmiyor. Bizlerin Terabithia Krallığı’nı görebilmemiz ancak Jesse ve Leslie’nin o dünyayı hayal etmeleri ile mümkün oluyor.
Ne yazık ki Jesse ve Leslie, Terabithia Krallığını bizim umduğumuz kadar sık hayal etmiyorlar aslında. Bu nedenle de bizler Yüzüklerin Efendisi filminin özel efektlerini de yapmış olan Weta Digital şirketinin özene bezene yarattığı fantastik alemden mahrum kalıyoruz, ne yazık ki.
Filmde elle tutulur dünyadan hiçbir zaman tam anlamıyla kopamıyor oluşumuz, Jesse ve Leslie’nin Terabithia’da yarattıkları olayların gündelik hayatlarındaki hangi problemlerle bağlantılı olduklarını işaret etmeye oldukça yardımcı. Bu sayede, filmdeki hayal ürünü canlıların veya nesnelerin elle tutulur dünyadaki karşılıkları basitçe bulunabiliyor. Fakat Terabithia Köprüsü’nü izlemeye giderken fantastik alemlerde gezinmeyi uman bir izleyici, zamanının çoğunu gözle görünür bir dünyada geçireceğini anladığında ister istemez filmin görselliğini eksik bulmaktan alamıyor kendisini.
Filmlerin tamamen dijital efektlere boğulup, bir filmden çok bir bilgisayar oyununu andırmalarından yana olduğumu söyleyemem. Fakat bir filmin Terabithia Köprüsü gibi gösterdiği etkileyici yaratık tasarımlarıyla insanın ağzını sulandırmaya başladığı anda bitivermesini de hoş karşılayamıyorum.
Terabithia Köprüsü’nün sizleri sinema salonundan bütün beklentilerinizi tatmin ederek uğurlayabileceğini söylemek zor. Yine de vakit geçirmek ve ortaokul çağında bir çocuğun kişisel yolculuğunu izlemek için tercih edilebilecek bir yapım. Bütün bunların yanı sıra, filmden sonra, Jesse’yi yaşadıklarından sonra nasıl bir geleceğin beklediğini hayal ederek, kendi hayalgücünüzün körelip körelmediğini de test edebileceğiniz bir film...