Ekrana Sığmadık Irak’a Gittik
Yazar: Murat Emir ErenHemen söyleyeyim, sadece Kurtlar Vadisi - Irak özelinde değil. Bir dizinin hayran kitlesi, yahut sevmeyeni, umursamayanı, hiç izlememiş olanı da dahil olmak üzere, bir çok aklı selim kişinin şu son zamanlarda yükselen "diziyi bedava bedava izliyordunuz, eh artık elinizi bir de cebinize atın salona gelin" mentalitesi hakkında az çok fikri vardır diye düşünüyorum. Tutmuş bir şeyin cılkını çıkarana kadar kullanmanın zararlarını biliyorlardır diye umuyorum, ki karşımızdaki filmle ilgili en çok can sıkan konulardan biri de bu benim nazarımda. Bir diğeri ise, yine Kurtlar Vadisi gibi çok izlenen hatta rekor babında ondan çok daha fazla izlenen Asmalı Konak'ın filmindeki başarısızlıkla ilintili. Asmalı Konak Hayat, dizinin finalini sinemada yapmak gibi bir görevi dahi kötü bir filmle iç etmişken, Kurtlar Vadisi Irak, diziden tamamen bağımsız ve son derece zorlama bir senaryoyla izleyenlerin karşısına çıkmış olacak.
Ancak her tür -düpedüz kötü- görselliği, kötü oyunculuğu kaldıran televizyondan fırlayıp, sinema ligine girmek pek yaramıyor, yaramamış. Dizinin seyrettiği mafyöz sulardan, politik sulara çekilen film, başlarına çuval geçirilerek sorgulanmaya götürülen Türk subaylarının öcünü almak için Irak'a giden Polat Alemdar'ın macerasını anlatıyor.. Bu hikayeyle yola çıkıyor. Herkesin bildiği bu, peki bunu mu yapıyor? Tartışılır...
Ki zurnanın zırt dediği yer de daha en baştan buradan kaynaklanıyor. Zira sanal bir karakter olarak Polat Alemdar, diziden fırlayıp Türkiye'nin yaşamış olduğu bu gerçekliğe ne diye bulaşıyor? Nasıl ilişkilendiriliyor? Bu son derece zorlama başlangıç noktası haricinde, filmin konusunun bundan ibaret olmadığını da belirtmek istiyorum. Zira film, değinmişken, bölgeyle ilgili günlük gazetelerde çıkmış bütün haberleri de canlandırma usulüyle hikayeye eklemiş bulunuyor.
Irak'ta yaşanan, ABD'li askerlerin Iraklı esirlere yaptıkları işkence görüntüleri, hatta bu görüntülerde yer alan kadın subaya kadar hepsi, sinemasal hiçbir yetkinlik, hiçbir estetik, hiçbir zeka pırıltısı eklenmeden direkt olarak canlandırılarak filmde önemli bir sürede yer alıyor. Bu kaçırılan, işkenceye maruz kalan insanlar kimdir, necidir, onların öyküleri nelerdir anlatmaya tenezzül etmeden yalnızca ırklarına ve arap olmalarına vurgu yapılarak bölgedeki Türkmen, Kürt, Arap halkın arasına kendi kendine bir ayrım getiriliveriyor. Kaçırılıp kafasının üzerinde elinde kılıç tutan bir cellatla görüntülenen gazeteci, kamyoncu gibi şahısların, bu türden görüntüleri de filmdeki yerini alıyor. Dağıtılan düğünler, ne idiğü belirsiz bir emir komuta zinciri içersindeki ABD askerleri ve bir yanda da Subay arkadaşının intikamı için bölgede olduğunu söyleyen Polat...
Tüm bunlar (işkence, kötü muamele...) bilinen, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada defalarca haber bültenleri ve gazetelerde yer almış şeylerken filmde, hikayeye zerre hizmet etmediği halde, salt "göstermiş olmak için göstermek" marifetiyle yerlerini alıyorlar. Bunların arkasında yatan gerçekler eşelenmiyor. Daha kötüsü, ana hikaye ve bu görüntüler arasında önemli kopukluklar var, uçurumlar var. Ayrıca, filmin ucuz milliyetçiliğine, tribünlere oynayan ahvaline değinmek gerekir.
Birincisi, filmde bir tane bile olumlu ABD'li karakter yer almıyor. Bir tane bile olumlu Kürt karakter yer almıyor. Araplar içersinden ise Şeyh Halis Kerkuki ve Leyla filmin olumlu karakterleri. Onların dışında bir Arap karakterin de bize tanıtıldığı vaki değil. Türkmen ağasını ise, Polat ve şürekasının evinde kalması hasebiyle tanıyoruz... Bu haliyle, yıllardır ikrah getirdiğimiz, vıcık vıcık ABD milliyetçiliği kokan filmlere, sadece Amerikalıların iyi olduğu ve hep kazandığı yapımlara, bir Rambo'ya, üçüncü sınıf aksiyonlara yakın duruyor film zihniyet olarak (ki Rambo bile en nihayetinde askerdi, Polat kim, neci?).
Ki bu, "kötü emsal örnek gösterilemez" kelamıyla bertaraf edilebilecek bir düstur. Kısacası Türkiye'nin son derece haklı olduğu bir konuda (çuval geçirilen askerler) yapılan bu kaba saba fikirlerle örülü film, ülkenin haklı olduğu bir konuda durduk yere haksız duruma düşebileceği zayıf bir noktası haline geliyor düpedüz... Çünkü mesele hakkıyla ve hakkaniyetle işlenmeyerek, sadece bir aksiyon malzemesi olarak kullanılıyor. Türkiye'ye Türkiye milliyetçiliği yapan kelamlarla üste çıkma hevesi taşıyor.
Karakter gelişimi açısından da filmin önemli zaafları söz konusu. Bir defa filmde bir gelişme safhası yok. Direkt gelişerek başlayan film, gelişerek sona eriyor. Özellikle Şeyh karakterinin, filmin gidişatıyla en ufak bir alakası olmuyor. Hatta bir sahnede Sam William Marshall (Billy Zane) şeyhin tutuklanması için emir veriyor, ancak bir sonraki sahnede Polat'ı yakalamak için bir gece operasyonu düzenlendiğini, şeyhin unutulduğunu görüyoruz. Haliyle, Şeyhin filmde zikir töreni düzenlemesi (ki filmin en iyi çekilmiş sahnesi), dua etmesi ve nereden nasıl geldiğini anlayamadığımız bir anda kafası uçurulacak gazetecinin imdadına yetişip öğütler vermesi haricinde ana hikayeye bir hizmetini de görememiş bulunuyoruz. Tam olarak hikayede ne gibi bir yeri olduğunu anlamak mümkün değil.
Bunların haricinde filmin aksiyon sahnelerine, gazetelerde konuşulup duran şu harcanan paralara gelelim... Çok can sıkıcı bir konu olarak şunu vurgulamak isterim. Filmde neyin anlatıldığı veya filmde neyden bahsedildiği, o filmin, benzeri hikayeleri anlatan başka türlü yapımlarla eş değer görülebileceğine delalet değildir. Mesela, filmle ilgili olarak "yığınla aksiyon filmi izliyorsunuz, savaş filmi izliyorsunuz, biz yapınca mı kötü oluyor" gibi bir açıklama yapan Serdar Akar, bu açıklamasında ismini andığı bir çok filmin aslında ne denli önemli ve sayılı insanlarca çekilmiş, nasıl bir sinema diliyle yoğrulmuş, her şeyden önce senaryosunda belli amaçlarla çarpıtılmış öğelere yer verilmeyen, uygar filmler olduğunu da pekala biliyor. Yani, aynı konuda film çeken beş bin tane yönetmenin, beş bininin de iyi bir film çıkaramayacağı malumken, bu tip bir savunma elbette komik kaçıyor.
Ve evet Kurtlar Vadisi Irak'ın, harcanan paralar doğrultusunda, Michael Dudikoff'un, Lorenzo Llamas'ın oynadığı, televizyon kanallarımızda da gece 23'den sonra yayınlanan aksiyon, çatışma, savaş filmlerine prodüksiyon olarak son derece yaklaştığı kesin bir gerçek. Aksiyon sahnelerinde yer alan figüranların feci hallerinden tutun da, çatışma ve finaldeki dövüş sahnesine kadar film Delta Force, Ölüler Dans Edemez gibi isimlere sahip aksiyonlarla eş değer bir güdümde. Hatta Hollywood'un bu arka bahçesinden üreyen filmlere fark attığı aşikar. Ancak dalga geçtiğimiz Rambo, Zor Ölüm gibi filmlerdeki o dans koreografilerini andıran aksiyon sahnelerine ermek için hem politikadan çok sinema yapmak gibi bir niyete, hem de daha yetenekli senaristlere, yönetmenlere ihtiyacımız olduğu da ayrı bir gerçek...
Oyunculuklar bağlamında, dizide de başarılı bulunan Memati karakterini canlandıran Gürkan Uygun, Şeyh rolündeki usta aktör Ghassan Massoud ve Leyla rolündeki Bergüzar Korel'in gayet düzgün bir oyun çıkardığını söylemek mümkün. Ancak Polat Alemdar rolündeki Necati Şaşmaz'ın, dizidekinden daha hareketli ve bu tip aksiyona yönelik filmlerdeki roller için biraz daha çalışması gerektiği gözle görülür bir şey. Gary Busey ve Billy Zane, kendilerini izleyenlere "ben burada ne arıyorum bakışlarını bırakıp, rol yapmaya ne zaman başlayacaklar" diye içten içe soru sorduruyor, filmin tek mizahi yönü olan Erhan Ufak ise yüz güldürüyor ara sıra da olsa...
Kurtlar Vadisi Irak'la ilgili olarak yapımcılar "biz beğenilsin övülsün diye değil tartışılsın diye yaptık bu filmi" buyurmuşlar. O nedenle bu yergilere aldırmazlar da, tartışmaya devam edebiliriz artık... Ancak filmin devam filmi çıkabilecek bir noktada bittiğini de belirtmek gerekir son olarak. Artık bu bir müjde mi olur kimisine, yoksa kötü bir haber mi bilemem...