Yeraltı Peygamberi
Yazar: Murat ÖzerŞimdiye kadar önümüze gelmiş yığınla hapishane filmini bir çırpıda unutturabilecek bir çalışma "Yeraltı Peygamberi" (Un Prophète). Fransız sinemasının son dönemlerindeki en yaratıcı isimlerden biri olan Jacques Audiard, hayatın göbeğine yerleştirdiği kamerasından yansıyan çarpıcı gerçekliğin çok ötesine taşımayı başarıyor filmini ve iki buçuk saat boyunca ardı arkası kesilmeyen tokatlar atıyor izleyiciye.
Bir Fransız hapishanesinde geçiyor filmin tamamı, ara sıra dışarı da çıkıyoruz tabii öykü gereği. Malik El Djebena adında bir Arap, 'adi bir suçlu' olarak giriyor kodese, ama onun burada yaşadıklarıyla hayatının (ve çevresindeki herkesin hayatının) tümden değişimine tanık oluyoruz öykü boyunca. Bu 'değişim'in bir düşüş mü, yükseliş mi, yitiş mi, kendini bulma mı olduğunuysa ancak filmin müthiş finalinde öğrenebiliyoruz. Ne olduğunu söylemeyeceğiz, ama bir filmi bitirmek için en iyi yolu seçmiş diyebiliriz Audiard için.
'Erkekler dünyası'nın en kanlı canlı biçimde kendini hissettirdiği mekanlardan biri olan hapishanede yaşanan iktidar kavgalarının ortasına düşen kahramanımız Malik, 'korku'nun ve 'sindirme'nin egemen olduğu bu dünyada tam anlamıyla 'ortada' duran bir karakter profili çiziyor. Onun bu 'tarafsızlığı', ilerleyen dönemlerde kendisine belli avantajlar ve dezavantajlar da getiriyor. Hapishanedeki Korsikalılar çetesi tarafından bir cinayet işlemesi için seçildikten sonra kaderi değişen, sonraki hamlelerindeyse şansı hep yaver giden kahramanımız, adeta bir 'süper kahraman' gibi olanlardan 'sıyrıksız' kurtulmayı başarıyor her defasında. Hikâyenin öylesine sağlam bir kurgusu var ki, Malik'in 'kabak çiçeği' gibi açılan karakterinin ona sağladıklarını eksiksiz takip edebiliyor, boşluklardan arındırılmış metnin getirdiği tatmin duygusuyla izliyoruz filmi.
Güç'ün el değiştirebilen bir doğaya sahip olduğunu her anında hissettiren "Yeraltı Peygamberi" (filme verilen bu ismi de çok sevdik doğrusu), karakterlerin her nefes alış verişlerinde bu kavramın varlığını gösteriyor. Güce sahip olanların 'güçsüzler' üzerinde kurduğu hakimiyetin göreceliliğini de filmin atmosferi içinde yakınen takip etme fırsatı buluyoruz. Özellikle baş karakterin geçirdiği aşamalarda bu durumun ağırlığı öne çıkıyor, senaryonun ona yüklediği anlamlarla cevaplıyoruz bütün soruları.
Suç dünyasının acımasız yüzünü sınırlarından arındırılmış biçimde gösteren film, bu dünyanın yazılı olmayan kurallarının nasıl işlediğini de gözler önüne seriyor. Hapishanedeki sıkı hiyerarşik düzenin mahkûmlar üzerindeki etkisini derinden hissederken, 'yalnızlık'ın bu düzeni 'yıpratıp şaşırtan' bir güce sahip olduğunu da görüyoruz. Türlü hesapların yapıldığı ama bunların 'basit bir sistem' dahilinde hayat bulduğu hapishane dünyası, 'ayakta kalma'nın olanca zorluğunu da barındırıyor bünyesinde. Baş karakterimiz Malik'in tüm bu olumsuz koşullara rağmen 'her devrin adamı' mantığıyla hareket edip kendi istediği düzeni oluşturmasıysa görmelere seza. 'Teğet geçme' kuralını uygulayıp risklere karşı bir tür 'kalkan' oluşturan Malik, verilen her görevde kendini tehlikenin göbeğine atmaktan çekinmiyor ama 'zarar görmeden' kurtulacağını da hissettiriyor bir yandan. Adım adım ilerlediği yolculuğunda muhatap olduklarının hep 'kendinden güçlüler' olmasıysa onun şansını biraz daha artırıyor. 'Ayak bağı' olmaktan 'kendine bağlayan' konumuna yükseliyor giderek.
"Yeraltı Peygamberi"ni erkeklerin güç savaşları açısından inceleyebileceğimiz gibi, sadece ana karakteri alıp onun 'kahramanlaştıran' eylem planı üzerinden de okuyabiliriz. Gerçekçi bir hapishane filmi olarak değerlendirebileceğimiz gibi, aynı gerçeklikte bir mafya filmi olarak da görebiliriz. Yalıtılmışlığın yarattığı saldırganlıktan dem vurabileceğimiz gibi, bu türden bir 'karantina' durumunun insan ruhunu delik deşik eden özelliklerine de ayna tutabiliriz. Çaresizliğin kimi durumlarda 'çare' olabileceği ikilemini öne çıkarabileceğimiz gibi, nerede ve nasıl gelirse gelsin 'konfor'un yarattığı avantaj ve dezavantajlara da dikkat çekebiliriz. Kısacası, Audiard'ın filmini çeşitli açılardan tutup çekerek devasa bir bütüne ulaştırabiliriz. Baştan sona omuz kemerasıyla çekilen, böylece yaratmaya çalıştığı gerçeklik duygusuna biçimiyle de ulaşan film, sinemanın sık sık teklediği günümüzde yedinci sanata olan güvenimizi de tazeliyor, 'etki'nin nasıl bir şey olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bunda başrolü üstlenen Tahar Rahim ve hapishanedeki Korsikalı çetesinin liderini canlandıran Niels Arestrup da büyük pay sahibi kuşkusuz. Özellikle bu iki aktör, Audiard'ın kurmaya çalıştığı dünyanın sekteye uğramaması için ellerinden geleni yapıyorlar, belki de ellerinden gelenin fazlasını...