Hesabım
    Bir Aradayız, Hepsi Bu
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Bir Aradayız, Hepsi Bu

    Bir Aradayız, Hepsi Bu

    Yazar: Orkan Şancı

    Şurası bir gerçek: Audrey Tautou'da sinemasal bir çekicilik var. Bir tür Fransız usulü 'kendini iyi hisset' filmine kattıklarına bakın. Sıska, sağlıksız, oğlan kafalı haline rağmen o yüz, hala Amelie'deki o hınzır kız. Adaşı Hepburn kadar asil bir boyuna, hocası Juliette Binoche kadar yeteneksel bir gençliğe sahip. Avrupa sinemasının iç mekanlarda izleyiciyi boğan o anlatım boğuculuğu bir yana, bu kısacık filmden (97 dakika) çıktığınızda aklınızda kalan yegane şey, onun yüzü, o. Her daim masum, kötü Da Vinci Code'da hiç de ona göre olmayan rolde bile masum, "dirty" değil "pretty" bir Frears karakterinde bile asil.

    Anna Gavalda'nın neredeyse 500 sayfalık romanından uyarlanan "Bir Aradayız, hepsi bu" tüm o iç mekan sıkıcılığına rağmen, sahip olduğu eşsiz oyuncu sayesinde vasatın altına tek bir sahnede bile düşmüyor. Kalın bir kitap, su gibi akmayan bir filme dönüştüğünde bile. "Aşk belki de çok yakınınızda" mesajına rağmen esas kızın esas oğlanla ancak 41. dakikada yanyana gelebildiği bir temposuzlukta bile, onu izliyoruz ya, gerisi önemli değil. Her sahnesi, Tautou için yazılmış kısa bir film, bir tablo. Göstermese de 32 yaşında. Ama yaşından küçük masumiyet denizlerinde yüzüyor.

    Claude Ferri, iyi ki kitabına bayıldığı bu filmi yönetmeye de karar vermiş. Belki o olmasa, ritmik olmayan, güzel de olmayan bir film izleyecektik. Ferri, karakterlerine özen gösteren bir isim. Franck, aldığı her ödülü hak eden dışavurumcu genç oyuncu Guillaume Canet'le tanışmak için bir fırsat. Cesar'dan sonra Cabourg Romantik Film Festivali'nde aldığı ödül boşuna değil.

    Dahası, Tautou'nun oynadığı Camille karakterine aşık olan, ama kızın cinsellik talebine aşkla karşılık verince kırılan Franck karakterinde çok inandırıcı. Onun motosikletiyle yer aldığı dış çekim tekli planlar, yaşlı büyükannesiyle olan sekanslar, neden bilmiyorum beni etkiledi. Belki yaşlıların ağlamasına dayanamadığımdandır. Ama Canet, "serseriyi oynayan düzgün adam" tiplemesiyle, adını ilerisi için not ettiriyor.

    Film ilk başta üçlü bir aşk hikayesi anlatacak gibi duruyorsa da, arkada tuğla kalınlığında kitap var, pek o sulara meyil etmiyor. Üçlemenin zayıf halkası, papyon takan her adam gibi antipatik. Philibert (Laurent Stocker), görünüşü yetmiyormuş gibi bir de kekeme, üstelik tiyatro sevdalısı. Onunla geçirdiğiniz sahneleri yok sayabilirsiniz. Üç karakterin, birlikte yaşama konusundaki zorlukları, bu kaosta yeşeren sevgi gibi şeyler de beklemeyin. Herşey çok geç ama birden oluveriyor. Bu da karakterlerle özdeşleşmenizi ya da üzerinde bir süre düşünmenizi önlüyor. Philibert'in varlığı, güzel bir maçın anlatımını yersiz monologlarıyla sıkıntıya dönüştüren spor yorumcusu gibi.

    Sürekli filmin temposuzluğuna, ya da şöyle söyleyelim, ritmini iyi ayarlayamamasına takılmamız boşuna değil. Franck ile Camille'in asıl yakınlaşmasına neden olan şey, yani yaşlı büyükannenin bakımının genç Camille tarafından üstlenilmesi bile filmin ancak 1. saatinde gerçekleşiyor. Geriye, yani aşka çok fazla yer kalmıyor. Film bu haliyle 500 sayfalık bir romanın kısaltılmış adaptasyonundan çok uzatılmış bir kısa film gibi duruyor.

    Bu Fransız filmi, belki sizin ayaklarınızı yerden kesemeyecek. Yaşlılık, aşksızlık, ilişkiler, masumiyet üzerine önemli sorular sorduğu falan da yok. Ama bir roman uyarlaması olduğundan dramatik yapısı bir ölçüde tutarlı biçimde ilerleyen, "kendini iyi hissetsen ne olur sanki" filmi. 74 yaşındaki Ferri'nin tecrübeden buruşmuş elleri olmasa, çabucak dağılacak bir krep gibi.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top