<b>Prestij</b>’i Yuttuk mu?
Yazar: Oktay Ege KozakPrestij'in başlarında deneyimli sihirbaz Cutter (Michael Caine), bir sihir hilesinin başarısını üç perdeye bölerek açıklıyor. Birinci perdenin adı yemin: sihirbaz seyirciye sıradan bir nesne gösterir. İkinci perdenin adı dönüşüm: sihirbaz bu sıradan nesneyi olağanüstü bir hileye dönüştürür. Ve en önemli üçüncü perdenin adı prestij: sihirbazın daha önce görülmemiş, şok edici, dahiyane bir sonla gösterisini bitirmesi. Eğer Prestij'i başarılı bir sihir hilesinin kurallarına göre incelersek, sonuç az çok şöyle olacaktır: merak uyandırıcı bir yemin, eğlenceli ve kafa karıştırıcı bir dönüşüm, fakat ne yazıkki Alexander Dumas'ın Demir Maskeli Adam'ından beri yüzlerce defa kullanılmış bir anlatım hilesi ile sonuçlanan vasat, hayal kırıklığı yaratan bir prestij. Kısacası, Prestij, başarısız bir prestije sahip. Bariz ironiyi fark etmek zor olmasa gerek.
Bu yorum, tabi ki Prestij'in baştan sona zevksiz bir deneyim olduğu anlamına gelmiyor. Christopher Nolan, son dönem Amerikan Sineması'nın (kendisi İngiliz olmasına rağmen) şüphesiz en yetenekli ve çok yönlü yönetmenlerinden biri. 2001 yılında dikkatleri üzerine çeken, beyin eritici bağımsız klasik Akıl Defteri, o kadar kafa karıştırıcı ters bir anlatıma sahipti ki, dağıtımcı şirketi filmin DVD'sine hikayenin kronolojik sırada izlenmesini sağlayan bir opsiyon koymak zorunda kalmıştı. 2005 yılında Batman Başlıyor ile Nolan, mega bütçeli bir süper kahraman blockbuster'ını hüner ve zarafet ile elden geçirebileceğini kanıtlamıştı.
Prestij, stil bakımından Akıl Defteri ve Batman Başlıyor arasında bir yerde hayat buluyor. Alttan doğaüstü sezgiler sunan, geleneksel bir hikaye ve evrensel temalara sahip tipik bir Hollywood dönem draması. Fakat aynı zamanda ileri geri zıplayan karmaşık anlatımı ve bazı önemli konu bağlamlarını bile bile geride bırakması ile seyircinin kafasını kurcalamayı kendine avantaj ediniyor. Kurnazlıkta üstün bir sihirbazın, ilüzyonunu başarıyla tamamlayabilmesi için izleyicinin şaşkınlığını koruması gibi...
Hikaye, 19.yy'ın sonunda Londra'da yaşayan iki sihirbazın etrafında dönüyor. Sihirbazların, zamanın rock yıldızları misali popüler olduğu, her sihirbazın bir numara olmak amacıyla "Bütün sihir hilelerini sona erdirecek olağanüstü sihir hilesi"ni keşfetmek için ellerinden geleni ardlarına koymadıkları bir dönem. Rekabet dolu bu dünyanın ortasında, çaylak iki sihirbaz Robert ve Alfred, kariyerlerine iki arkadaş olarak başlarlar, bir süre sonra birbirlerine rakip olurlar, kör hırs ve nefrete kendilerini vererek yavaş yavaş ölümcül düşman olma yolunda ilerlerler. Prestij, özünde bir trajedi. Başarı ve güç ilüzyonuna kendini kaptırmanın yok edici sonuçlarını inceleyen bir masal. Uzmanlık alanı, seyircisini kandırmak olan sihirbazların kendi ilüzyonları tarafından alt edilmeleri, bu klasik temaya artı bir katman ekliyor.
Bir sihirbazın gerçek sihir kullanması, basit bir ilüzyon olarak idrak ettiğimiz hilelerin belki de ilüzyon olmaması, ilgi çekici bir fikir. Bildiğim kadarı ile bu fikrin başarılı biçimde üzerine giden bir film yok sinema tarihinde. Eminim ki, bu yazıyı okuyan her sinema sever, benim adını bile duymadığım bir avuç dolusu "gerçek sihir şaheseri"ni aklına getiriyordur, fakat bu konuda bana en yakın örnek, ilginç bir doğaüstü bakış açısı ile başlayan, sonradan tipik bir gore partisine dönüşen Clive Barker'ın İlüzyonlar Kralı. Prestij'in fragmanını gördüğümden beri, Christopher Nolan ve Akıl Defteri'ne ilham veren kısa hikaye Memento Mori'yi kaleme almış kardeşi Jonathan'ın bu kurak temaya nasıl hayat vereceklerini heyecanla merak etmediğimi söylesem yalan olur.
Filmi izledikten sonra ise hikayenin doğaüstü elementlere dokunmayıp sadece aşırı rekabetli sihir dünyası ve bu rekabetin insan ruhu üzerindeki çürütücü etkisinin üzerine gitmesinin yeterli olacağını düşünmekten kendimi alamadım.
İlginçtir ki, Prestij'in kalite bakımından düşüşüne neden olan en önemli engeli, belki de Christopher Nolan'ın fazla yetenekli olması ve bu gerçeğin farkında olmaması. Etkileyici sihirli gücü ile hikayeyi kolayca tahmin edilebilir sürpriz sona doğru ittiren Tesla makinesi etrafında kurulmuş doğaüstü alt konu olmadan Prestij, zaten taze görsel paleti ve Christian Bale, Hugh Jackman ve Michael Caine'in taş gibi sağlam oyunculukları ile dikkat çeken güçlü bir dönem filmi. Bu doğaüstü konu dönüşümü, zaten tatmin edici olan bir formüle gereksiz ve tatsız bir madde etkisi yaratıyor. Ana karakterlerin, daha yüz elli yıl öncesinde, günümüzde bile bulunmayan seviyede olağanüstü bir teknoloji karşısında azıcık bile şaşkınlık yaşamamaları bu gereksiz maddeyi daha da ekşi kılıyor.
Bence Prestij, tamamiyle hayal kırıklığı yaratan bir deneyim ortaya koymuyor. İlham verici maharet ve tutku dolu anlara sahip, her detayın titizce üzerinden geçen, 1800'lü yılların İngiltere'sini anlatan bir dönem filmi için gayet rahat ve ulaşılabilir bir kaliteye sahip. Filmin zaten başarıyla ilerleyen hikayesinin üzerine, kendini aşmak için gereksizce ortaya koyduğu kibir, tatmin edici bir deneyim olmaktan uzaklaştırıyor. Prestij'in sonlarına doğru Cutter bize hatırlatıyor: "Hilenin sırrını arıyorsun, ama bulamazsın. Çünkü sırrı bilmek istemiyorsun. Kandırılmak istiyorsun." Eğer Nolan kardeşler bu öğütü gerçekten uygulasalarmış, Prestij senenin en iyi filmlerinden biri olabilirmiş.