Dört Dörtlük bir Paket...
Yazar: Oktay Ege KozakBen Efsaneyim, her yönüyle mükemmel bir gişe filmi. Hem her yaştan, her tür seyirciye hitap ediyor, hem de onlarca değişik film türünü ustaca bir araya getirmeyi başarıyor. Fakat en önemlisi, 150 milyon dolarlık bütçesine rağmen hikayesini ve mesajını seyirciye kaşıkla yedirmekten kaçınıp, şaşırtıcı biçimde içten ve yetişkin bir yalnızlık ve ümitsizlik hikayesini, pahalı özel efektleriyle yarıştırmaktan çekinmiyor.
Aksiyon ve korku gibi türlerin yanında, trajik bir insan dramını ve eski usul Alacakaranlık Kuşağı tarzı bilim kurgu türlerini eşit oranda başarıyla sunan dört dörtlük bir paket. Filmin bir araya getirdiği türlerin hepsi, kendi sınıflarında "pekiyi" notunu hak ediyor.
Aksiyon ile başlayalım. Ben Efsaneyim, mega bütçeli aksiyon sahnelerinin başarısını, içerdiği patlamaların devasallığı ile ölçmenin ötesinde, incelikle elden geçirilmiş bir dinamizm ve beklenti ile buluşturmayı biliyor (Transformers'ın kulakları çınlasın).
Küçük bir ara verip filmin basit olduğu kadar etkili kurgusunu özetleyelim: Kıyamet oranlarında yanlış giden bir kanser deneyi sonucu bütün dünya solgun derili, güneşe çıkamayan, insan kanına susayan "yaratık"lara dönüşür. Deneyin yarattığı kaosu durdurmakla sorumlu virolojist Robert Neville (Will Smith), New York'taki tek "sağlıklı" insandır. Neville'in yalnızlıkla dolu yeni yaşamının tek amacı, bu hastalığa bir çare bulmak ve gece dışarı çıkan yaratıklardan olabildiğince uzak durmaktır.
Filmin aksiyon sahnelerinin yaratıcı dinamizmine en iyi örnek, Neville'in güneş battığı sırada arabasına dönmeye çalıştığı sahne. Sahnenin seyircide yarattığı gerginlik, özel efektlerin başarısında değil, sahnenin kurgusuna bağlı iki adet yaratıcı elemente bağlı: Neville'in ayağı yaralı, bu yüzden arabasına sürünmek zorunda. En önemlisi, iki metre ötesindeki yaratıklarla arasında sınır görevi edinen güneş ışığı, yavaş yavaş yok olmakta. Işık yok olduğunda sonucun ne olabileceğini belirtmeme gerek yok sanıyorum.
Filmin korku sinemasına atıfta bulunan bölümleri de benzer bir dinamizm ile destekleniyor, belki de bu sefer daha ekonomik bir sebepten. Hali ile Ben Efsaneyim'in dağıtımcı stüdyosu Warner Brothers, film pazarının yüksek bir dilimini oluşturan 13-18 yaş arası seyirciyi salonlara çekebilmek için, Amerika'da filmi 17 yaş sınırı yerine 13 yaş sınırıyla vizyona sokuyor. Bu yüzden film, yüksek oranlarda kan ve bağırsak gösteremeyeceğine göre, korku bölümlerinde kandan çok gerilime odaklanmak zorunda. Çoğunlukla bu tür bir kısıtlama, "çöp tenekesindeki kedi" tarzı ucuz numaralara yol açar.
Fakat yönetmen Francis Lawrence, sadece bir kaç basit dekor kullanarak bu handikapı avantajına kullanmayı biliyor. Robert Neville'in köpeğinin peşinden yaratıklarla dolu karanlık binada dolaştığı on dakikalık sekans, sadece bir el feneri ve Neville'in hızlı nefes alıp veriş seslerinden oluşmasına rağmen, son yıllarda gördüğüm en ürkütücü sahnelerden biri. Lawrence, sanki filmin milyonlarca dolarlık bütçesine rağmen, sinema sanatının en basit ve ucuz yöntemlerle bile seyircisini etkileyebileceğini bir kez daha kanıtlıyor.
Filmin insan dramı, hikayeye duyduğumuz sempatiyi en çok güçlendiren tarafı. Ben Efsaneyim, Richard Matheson'un 52 yılında yazdığı korku/bilim-kurgu klasiğinin, Vincent Price'lı B-Filmi Dünyadaki Son Adam ve Charlton Heston'lı Omega Man'den sonra üçüncü sinema macerası. Zombi tarzı yaratıklar yerine daha klasik usül vampirlere yer veren orijinal roman, hikaye bakımından bu son versiyondan olabildiğince farklı. Sonuçta bu filmdeki Robert Neville, yaratıklar ile sarımsak ve kazıkla savaşmıyor. Ve kitaba ismini veren en önemli özellik, kendi aralarında bir sosyal yaşam kuran, konuşan yaratıklar filmde yok.
Fakat kitabın her köşesine yapışan derin bir yalnızlık ve izolasyon hissi, filme diğer versiyonlardan daha yakın oranda enjekte edilmiş. Kitaptaki alkolik ve kronik depresif Neville'e karşın, filmde uçak gemisi üzerinde golf oynayan, spor arabası ile boş şehirde gezinen Neville'in kendi varlığından birazcık daha haz aldığı ortada. Filmin ilk yarısı, çoğunlukla Neville'in yalnızlıkla dolu günlük yaşamını inceliyor. Neville, her ne kadar sert bir disipline sahip olsa da, köpeği ile uzun diyaloglara girmesi, şehrin etrafına yerleştirdiği mankenlerle konuşması, içindeki derin yanlızlığı ortaya koyuyor.
Neville'in acınası durumuna sempati duymamızı kolaylaştıran en önemli özellik, Will Smith'in olabildiğince içten ve gerçekçi performansı. Smith, Hollywood gişe filmi, cool aksiyon yıldızı parametrelerinin arkasına sığınmak yerine, role getirdiği ciddiyet ve gerçekçilik ile üç boyutlu bir insan yaratıyor. %80'i boyunca sadece bir karakteri izlediğimiz bir filmde, Smith'in kalibresinin altında bir oyuncu, projeye büyük zarar verebilirdi.
Ben Efsaneyim'e düşük beklentilerle gittiğimi itiraf etmeliyim. Kitabın büyük hayranlarından biri olarak, senaryo yazarı Akiva Goldsman'ın, bir önceki Will Smith aksiyon/bilim-kurgu projesi Ben Robot'u, Asimov'un efsanevi romanından uyarladığını (darmadağın ettiğini desem) biliyor olmam, Ben Efsaneyim'e duyabileceğim ilgiyi yükseltmedi tabii ki. Fakat bu sefer Goldman ve Smith, orijinal kitaba saygıyla göndermede bulunduğu kadar, kendi ayakları üzerinde bağımsızca durmayı başaran dört dörtlük bir gişe klasiğine imza atıyor. Size de bu haftasonu salonlara koşmak kalıyor.